26 Ağustos 2020 Çarşamba

HAYATTAKİ AMACIMIZ NE?




Sizin bu hayattaki amacınız ne? Doğru yerde misiniz? Doğru kıta, doğru ülke, doğru aile… Bunlardan hangisi eksik hayatınızda? Belki de en önemli şey eksiktir: Para. Bi kaçınız bana kızabilir. “Para her şey mi?” diye. Bunun cevabı koca bir EVET. Şimdi diyeceksin ki “Hayaller, hedefler, umutlar, çabalar ne olacak?” inan bunlara diyecek tek bir lafım yok. Bundan 2-3 sene önce ben de senin gibi her şeyin para etmediğini düşünüyordum. Azim, çalışma, hayaller bunlar paradan çok daha önemli şeylerdi. Ama yanıldığım kısım da tam olarak buydu. Bu şeyler daha önemli şeyler değil. Sadece daha kıymetli şeyler. Önemli olan şey para. Beni paragöz bir insan olarak tanımanızı istemem öyle birisi de değilim zaten. Ancak şu içinde bulunduğumuz dünyada/ülkede/konumda hangisini seçersen seç, paran olmadıktan sonra hayallerinle ancak bir yere kadar gidebiliyorsun. Belki bana karşı çıkan yoktur şu an aranızda ama ben her zamanki gibi farz-ı misal konuşmayı sürdüreceğim.



İlk olarak paramızın olmadığı hedeflerimizin, hayallerimizin, azmimizin olduğu gerçekliği ele alalım. 1. Örneklemimizde Ayşe hayalleri olan, hayallerinden asla vazgeçmeyen bir kız. Her gün kendini o uzun gökdelenlerdeki şirketlerin içinde hayal eden, iyi bir ceo olacağını düşünen birisi. Şimdi para bunun neresinde diye düşünelim. Para bunun şurasında arkadaşlar: Ehliyet kursu, İngilizce kursu+x dili kursu, yabancı sınavlara giriş (toelf,ielts), bunlara herhangi bir kurs, yurtdışı stajı, yurtdışında yüksek lisans hadi bunu geçtim ülkemizde bile çok pahalı bu olay. Erasmusu, hibesi, stajı, pasaportu, vizesi, uçak bileti…Hepsi ayrı dert. Belki senin için problem değil bunlar. Amaaan ne var bunlarda diyebilirsin ama inan bana birçok kişi bu sebepler yüzünden hayallerine ulaşamıyor veya erteliyor. Yazarken bile bunaldım.


2. örnekleme geçmeyeceğim. Ama kısaca şunu söyleyebilirim. Haberlerde veya magazinde görüyoruz. Bilmem kim (hiçbir vasfı olmayan sosyal medya ünlüleri) yılda şu kadar kazanıyor. Şu marka araba aldı vs vs. ben burada yıllarca dirsek çürütüyorum işe ilk başlama maaşım max 3k olacak. Bu beni çok sinirlendiriyor. Sen de yapsaydın bla bla diyen birileri olursa hiç yazmasınlar. Kimse eşit şartlarda doğmuyor. Ama iyi yerlere gelmek artık bizim elimizde. Gerçeği fark edip ona göre çalışın. Ona göre hedefler koyun. Pembe gözlüğün, hayallerinizin arkasına sığınıp “ama ben inanmıştım olacaktı” diyip kimseye ağlamayın. Yapabileceğinizin en iyisini yapın.


“Gerçek”i neye benzetiyorum biliyor musunuz? Sivrisineğe. Saçma tamam ama bi dinleyin. Şöyle ki akşam olmuş uyuyacaksın. Kafanı güzelce yastığa koydun daldın hayallere, hedeflere ileride sahip olmak istediğin hayatı düşünüyorsun. Senin için her şey mükemmel olacakmış gibi hayaller kuruyorsun. Tam rüyanda hayallerin gerçekleşecek sivrisinek vızıltısı seni rahat bırakmıyor. Örtüyü kafana çekiyorsun hala gitmiyor. Uyanıp öldürüyorsun geri yatıyorsun başka bi tane geliyor. Gerçek peşimizi asla bırakmıyor. Benim buradaki amacım sizin moralinizi bozmak değil. Sadece var olan gerçekliği fark etmenizi sağlamak. Hiçbir şey için geç değil. Biraz dağınık yazdım ama ne demek istediğimi anlamışsınızdır bence.


 

Hayal kurmak, bir şeyleri hedeflemek o kadar güzel ki bunu yapıyorsan bundan asla vazgeçme. Ancak bir yerde de artık pembe gözlüklerimizi çıkarmamız hayatın gerçeklerini görmemiz gerekiyor. Belki bunu acı yollarda öğrenebilirsin ama umarım öyle olmaz. Hayallerini kurarken gerçekliği unutma. Unutma ki ona göre çalış, ona göre çabala. Gerçek bir tokat gibi yüzümüze çarpmadan onun havadaki elini biz tutalım.

26 Nisan 2020 Pazar

NETFLIX-AŞK 101 DİZİ YORUMU







Evveeeet! Hepimizin ilk gün aç kurtlar gibi yiyip bitirdiği AŞK101’i yorumlamaya geldim. Dizinin fragmanları çıktığı an olumsuz düşünceler beynime yüklenmeye başlamıştı. Kötü olacağına o kadar inanıyordum ki izlemeyeceğimden emindim. Ne de olsa Protector ve Atiye’nin ne kadar başarısız olduğunu görmüştüm(Siz beğenmiş olabilirsiniz).






Spoilersız bi inceleme olmayacak ama spoiler niyetine çok bir şey var mı ki derseniz de olduğunu düşünmüyorum. Düz bir diziydi.
98 yılında okulun belalı 4+1 öğrencisinin yaptığı haylazlıkları izliyoruz aslında. Neden +1 ekledim çünkü Işık belalı sayılmaz fasulyeden o. İlk bölüm beni biraz korkuttu saçma sapan haylaz ergenler izleyeceğimi düşündüm(Yorumumun devamında sanki böyle değillermiş gibi davranacağım şimdiden söyleyeyim). Ama 2. Bölümden sonra karakterleri sevmeye başladım. Bu 4 serseri öğrenci okuldan atılmak üzereyken Burcu Öğretmenin çocukların atılmasını istememesi üzerine çocuklar okuldan atılmıyorlar ancak Burcu’nun tayin haberini alınca etekleri tutuşuyor çünkü atılmaları için red oyu veren hocaları giderse Bok Necdet’in onları okuldan atacaklarından oldukça eminler. Burcu’nun okulda kalmasının çözümünün ise onu aşık ederek tayinden vazgeçirmek olduğunu düşünüyorlar. Bu noktada da yolları Işık ile kesişiyor. Kendisi tam bir romantik. Böylece bu 5 kafadar kafa kafaya verip(!) iki öğretmenlerini aşık etmeye çalışıyorlar. (ALO NETFLIX! BÖYLE Bİ FİLM YAPMIŞTIN ZATEN “PATRONLARA TUZAK”)

Diziyi neden sevdim öncelikle buradan başlayayım. Bana unuttuğum duyguları hatırlattı. Lise yıllarının güzelliğini, ilk aşkın nasıl bir heyecan olduğunu, hoşlandığın çocuk için okula heyecanla gitmeyi, tek derdimin ertesi günkü sınava çalışmak olduğu(İnanamıyorum Gökçe bunu mu özledin dediğinizi duyar gibiyim), en yakın arkadaşlarla öğle arasında sahile gitmeyi ve daha birçok şeyi…

                               


Ah Sinan…benim üzümlü kekim. Sinan en sevdiğim karakter oldu. Hem çok tatlı hem çok yalnız hem de çok zeki ve bilgili. Ama bir de alkolik. Ailesi tarafından terkedilmiş bir yandan da dedesine bakan 17 yaşında bir çocuk. Babasının işe yaramazlığı, pişmiş kelleliği ise insanı hayattan soğutmaya yetiyor. Tamamıyla gereksiz bir insan. Sinan ile ilgili en hoşuma giden şey Işık’a olan bakışlarıydı. Kendini bu denli yalnız hisseden Sinan’a karşı gösterdiği candan tavırlar onun hem hoşuna gitti hem de korkuttu. Bunu da en iyi sınav kağıtlarını değiştirdiği sahnede gördük. Kendisine iyilik yapılmasına o kadar alışık değil ki minik kuşum korktu.

Dizide kapalı pencere göreniniz var mıydı? Tüm pencereler neden hep açıktı? Her açık pencerenin önünde de güvercinler vardı. Sürekli tekrarlanan şeyleri sevemedim bu yüzden.

Laboratuvardaki kavga sahnesinde yönetmen slow motion tekniğini yeni keşfetmiş gibiydi. Tamam anladık yavaşlattın hepsini cam kırılma sahnesi gördük harika ama 50 camın kırılmasını da yavaş çekimde göstermezsin be kardeşim.

Osman’ın neden sürekli fındık yediği hakkında bir fikrim yok. Ama aşırı tatlı bir karakterdi. Sadece çözemediğim şey Osmanlar zengin mi yoksa babası şoför mü?



Dizinin en sevdiğim yönlerinden birisi kadınlara verdiği doğru mesajlardı. Evlenip evinin kadını mı olmak istiyorsun her gün kocana yemek yapıp, terliklerini getirip, ona meyve soymaktan başka bir görevinin olmadığı bir hayat? Toplumu güzel anlattığını düşünüyorum.

Burcu ve Kemal ilişkisini çok sevdim. Uyumları çok güzeldi. “AŞK’ın peşinden git” mesajını güzel vermişlerdi. Sadece kafama takılan beni düşündüren birkaç şey oldu bu konuyla ilgili. Burcu nişanlanmak üzere olan sevgilisi olan bir kadınken Kemal ile yaşadığı duygusal çekim hepimizin hoşuna gitti. Ancak hayatında zaten biri varken böyle bir şeyler olmasına izin vermesi zaten var olan sevgilisine haksızlık değil mi? (Burada nişanlısının ne kadar kötü, gereksiz bir insan olduğunu görmezden gelerek bunları yazıyorum.) Tamam Burcu bir yanlıştan döndü o adamla evlenmedi peki ya evli olsaydı veya bu durumu bir erkeğin yaptığını düşünelim hatta bunu bu şekilde düşünürsek aldatmaların da normal olduğunu mu düşüneceğiz? Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.

Dizide sevmediğim başka bir şey de içkiydi. Tamam anladık Netflix dizisi tamam anladık sansür yok. Ancak 17 yaşında çocuklar 98 yılında böyle miydi gerçekten? Ben neden içki içtiler demiyorum sadece senaryo veya yönetmen gereği bunun bu kadar gözümüze sokulması bende itici bir tat bıraktı diyebilirim. Bira bira bira bira bira bira bira. Tamam bira.

Tuba Ünsal kötüydü. Eda gerçekten de Tuba mı ya? Asla yakışmayan bir cast seçimi olmuş. Oyunculuğundaki samimiyetsizlik beni çok rahatsız etti.




Son bölümde Burcu’nun gitmesinin saçmalığına ise diyecek bir şeyim yok gerçekten. Yorum yapamayacağım kadar kötü bir karakter gelişimiydi.
Ve ve ve son bölümde Eda’nın Işık’a verdiği tabloyu hepiniz gördünüz. Bu ne demek şimdi? SİNAN ÖLDÜ MÜ? Şimdi bekle dur 2. sezonu...

Dizinin en ama en güzel şeyi ise ŞARKILARIYDI. Gerçekten inanılmaz güzel bir playlist. Yapana tebriklerrrrrrr.

Dizi bende inanılmaz güzel bir tat bıraktı. Özlem, aşk, üzüntü gibi bir sürü duyguyu bir arada yaşadım kalbime dokunduğu sahneler de çok oldu. İnanılmaz önyargılı başladığım dizinin fanı oldum.

13 Nisan 2020 Pazartesi

NETFLIX - 'HAYATIN KIYISINDA' FİLM YORUMU



 



    Sevdiklerimiz bizim için çabalarken onların çabalarını göremeyecek kadar kör müyüz? Ya da bizi iyileştirmeye çalışanların hiç yaralı olmadığını mı düşünürüz? Aslında yaranın nerede olduğunu bilip, ne yapacağını bilmesinden anlamaz mıyız aynı yara izini taşıdığını. Yoksa bencilliğimizden mi sadece kendimizle ilgileniriz. Sevdiğimiz insanın derin yönlerine inmeyi neden düşünmeyiz? Benliğinin özünü bize göstermesini beklemek haksızlık değil mi? Bana ihtiyacı olursa söyler diye hiç soru sormamak yanlış değil mi? Kendi yaralarımıza o kadar odaklıyız ki yanımızda olan insanlar neler yaşıyor diye durup 1 dakika düşünsek her şey daha farklı olabilir belki de.







İşte bana böyle sorular sorduran bir film izledim. Hayatın Kıyısında…



Hayatımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Sürekli bir şeyleri erteliyoruz. Yapılacak işler, söylenecek sözler, gidilecek yerler hep daha sonraya hep daha sonraya. Ya da daha kötüsü vazgeçiyoruz. Sevdiğimizi söylemiyoruz kimseye. Neden çünkü seni zayıf sanarlar. Neden çünkü gururun yok mu derler. Neden çünkü insanlar konuşur. Geldiğimiz hayatın değerini unutuyoruz. Değerini geçtim her an sönebileceğini unutuyoruz. Sanki sözleşme imzalamışız da 90 yaşına kadar yaşayacakmış gibi davranıyoruz. An’da kalmaya çalıştıkça aslında ‘an’da kalamıyoruz. Düşününce ne kadar acı olduğunu anlayacaksınız.

Hayata gelme ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu, o halde geldiysen güzel bir şekilde yaşaman gerektiğini bir düşün. Kimse için değil kendin için yaşaman gerektiğini düşün.Neden kararlar alırız bir düşün. Aldığın kararlar seni mutlu mu ediyor? Etmiyorsa neden kendini böyle bir zorunluluk haline sokasın ki! İnsanlar hep konuşurlar. Daha önce de konuştular gelecekte de konuşacaklar. Herkesin dediğine kulak asmamak yapacağın en mantıklı hareket olur aslında. Sims oyununda değiliz değil mi? Benim seçimlerimi başkası/arkadaşım/sevgilim belirleyemez. Herkes kendi hayatını yaşayıp kendi kararlarını kendi alıyorken sen neden başkasının oyuncağı olasın.
Yine nerelere geldik oysa filmin konusundan bahsedecektim.

Filmin konusu şu şekilde: Aslında filmin ilk 5 dakikasında bunun bir kitaptan uyarlandığını tahmin edebilirsiniz. Kitabının ön kapağında şu yazı yazıyor "Yaşamayı, ölmek isteyen bir çocuktan öğrenen bir kızın hikâyesi…” oldukça etkileyici. Finch ve Violet iki lise öğrencisi. Violet’in ablası bir araba kazasında ölünce kendisi asosyal bir insana dönüşüyor. Finch ise bu kızımızı normal hayatına döndürmeye çalışıyor ve tabii bu olaylar dahilinde birbirlerine aşık oluyorlar. Ara ara Finch ortalıktan kayboluyor ve kızımız da bunun sebeplerini araştırıyor. Film elimize yeterli kanıt vermiyor. Orası çok hoşuma gitmedi o yüzden.






En sevmediğim nokta çocuğun intihar ettiği noktaydı çünkü asla anlamadım. Yani çocuğun ne durumda nasıl bir bunalım içinde olduğunu kız da fark etmiyor onunla beraber izleyici olan bizde fark etmiyoruz. Bu durum kitabında nasıl çok merak ediyorum. Çocuğun kendini boğduğu sahneyi şaka sandım. Kız ağlıyor, ben sürekli “Şimdi çıkıcak ya ağlama.”  falan diye düşünüyorum. Sonra bir baktım ki cenazedeyiz. Ne yaşandı az önce neden öldü Finch? Yeterli bir anlatım izlemedik. Duygusal değil miydi tabii ki duygusaldı. Ama neler olduğunu düşünmekten o moda giremiyor insan.







Hikayenin izleyiciye vermek istediği nokta şuydu kesinlikle ki onu da verdiğini düşünüyorum: Kendi sorunlarınla uğraşırken o çok sevdiğin insanlara durup hiç bakıyor musun? Kendimizi hep en acı çeken insanlar olarak görüyoruz. Peki ya arkadaşlarımız, sevdiklerimiz.


Biraz derin düşünmeye iten, duygulandıran, güzel bir aşk hikayesiydi.


8 Nisan 2020 Çarşamba

LA CASA DE PAPEL 4. SEZON İNCELEME





Evet işte o çok sevdiğimiz o dizinin son sezonunu yorumlamaya geldim. Çok detaylı bir inceleme olmayacağını baştan belirteyim. E tabii bir de dolu dolu spoiler olduğunu. Hazırsanız başlayalım.

Dizinin son bölümünü an itibariyle bitirmiş bulunmaktayım ve duygu ve düşüncelerimi hemen size aktarmak istedim. Bildiğiniz üzere dizinin 4. Sezonunu geride bıraktık ve kesinlikle çok gergin, çok güzel ve çok heyecanlı bir sezondu. Diziyi izlerken gerginlikten kasıla kasıla bir yerlerim ağrıdı hep. Bölüm bölüm incelemek yerine sevdiğim ve sevmediğim yerlerden bahsederek gideceğim.

O zaman sevdiğim yerlerden başlayalım. Lizbon’un kaçırılışı harikaydı. Yani adam gitmiş askeri helikopter bulmuş inanılır gibi değil. Bu arada dizideki şu zaman akışı olayına bayılıyorum bizi şaşırtması ters köşe yapması hoşuma gidiyor. Tahmin etmesi çok zor bir dizi değil ancak şaşırdığım noktalarda olmuyor değil.

Nairobi… Çok sevdiğim bir karakterdi. Ölmesi hele ki o şekilde ölmesi çok yaralayıcıydı. Ama sanırım ben de yazarların yerinde olsaydım Nairobi orada ölürdü. Çünkü inanılmaz akılda kalıcı inanılmaz vurucu bir andı. Her anlamda(!)

Rio, Denver ve Stockholm üçlüsü hoşuma gitmedi. Yani ne yaşıyorsunuz siz? Kaç senedir Denver ile berabersin sen adamın soygun sırasında yapmadığı kalmamış ki burada soygun yapan adamdan bahsediyoruz adam iki birini dövdü hemen yok ben yapamam yok olmaz falan. Saçma sapan bir karakter gelişimi izledik orada. Denver’i bizim kadar o da tanıyor ama lafa gelince ‘sen kimsin?’ diyor adama. Stockholm benim sinirimi bozdu. 

Rio’nun bi anlığına da olsa her şeyi uydurduğunu siz de düşündünüz mü? Hücresini falan. Stockholm ondan hesap sorarken bi an kendi kendime ‘Oha öyle bir şey olabilir mi gerçekten? Hepsi yalan mıydı?’ diye bi sorguladım. Neyse ki ufak bir satışta bulunmuş sadece ama onu da hepimiz anlayabiliriz sanırım. O kadar işkenceye ben kesin dayanırdım diyeniniz çıkmaz diye tahmin ediyorum.

Tokyo hakkında ne söyleyebilirim bilmiyorum. İzlerken hem sevdim hem sövdüm. Bu sezon çok etkin kullanıldığını düşünmüyorum kendisinin. Ve Maserati olayı hoşuma gitmedi. 

Ölmüş Berlin’i 3 sezondur oynatmalarını sevdim mi sevmedim mi bilmiyorum. Kabak tadı veriyor ama hoşuma da gitmedi değil.Bazı sahneleri çok gereksizdi. Bknz: düğün sahnesi ve şişko beyle olan sahne.

Onun dışında Arturo’nun vurulmasıyla bi rahatlama geldi. Şerefsiz adam sinirlerimi bozup duruyordu. Onun kadar gereksiz sonradan ekleme gibi duran bir karakter yok. Adamın dizideki rolünü anlayamıyorum fasulyeden oyuncu gibi. Onu vuran kadın Marilla… Geçen sezondan beri bu kadını neden yakın çekimde gösterip duruyorlar diye düşünüp duruyordum. Sonunda anladım. Kadın meğersem Denver’in çocukluk arkadaşıymış. Ama belli ki Denver’e aşık. O olayların kızışmasını da 5. Sezonda göreceğiz. 


Az daha nefret ettiğimiz karakterden bahsetmeyi unutuyordum Sierra. Kadın koca göbeğiyle inanılmazdı gerçekten. Göz korkutucu birisiydi ve hiçbir sempatimi kazanmadı. Dizinin sonunda kötü bir şeyler olacağı çok belliydi. Arkada yanıp sönen kırmızı alarmı boşuna mı oraya koydun ey profesör? Neyse sonunda ben kesin vurulur diyordum ama 5. Sezona sakladılar sanırım onu. Her sezon biri ölmeli çünkü öyle değil mi?

Anlamsız bulduğum bir diğer noktada şu ki Palermo'nun Gandia'ya akıl vermesi. Adam kaç sene askerlik yapmış yok hükümet için katillik yapmış ama kelepçeden nasıl kurtulacağını bilmiyor ve nasıl kurtulacağını da Palermo söylüyor: baş parmaklarını kır diye. Pardon ama bu bilgiyi ben bile biliyorum. Bunun dışında asansör sahnesinde 5 kişi bir adamı yere düşüremedi aynı şekilde Nairobi'nin öldüğü sahnenin hemen sonrasında adam önlerindeyken denk getiremediler. Biraz ucuz aksiyondu. 

Biz diziye İstanbul adında karakter beklerken Osman adında biri çıktı. Hem de işkenceci olarak. Söyleyebilecek bir şeyim yok bu konuda sinirliyim. 

Tüm olumsuzluklarına rağmen genel olarak benim çok beğendiğim bir sezon oldu. Beni inanılmaz gerdi. Yeri geldi inanılmaz şaşırttı. Nairobi’nin öldüğü sahnede 2-3 dk ağzım açık kaldı. 5. Sezon onayını aldığına dair daha haber çıkmadı ama eminim ki yakında çıkar. Bu kadar sevilen diziyi yarım bırakacaklarını hiç düşünmüyorum. Benim söyleyeceklerim bu kadar atladığım ve yanlış söylediğim bir yer olursa lütfen düzeltin. Gelecek sezonda görüşmek üzere…


2 Nisan 2020 Perşembe

NELER OLUYOR? Karantina Günlükleri 1




Neler oluyor? Kendime sürekli bu soruyu sorduğum günlerdeyiz. Nasıl hissediyorum? Hiçbirinizden daha iyi değilim. Bu düştüğüm/düştüğümüz umutsuzluk hali bizi yiyip bitiriyor. ‘Hep böyle mi devam edecek?’ diye kendime sorup duruyorum. Öyle soyut ama aynı zamanda da öyle somut bir olayın içindeyiz ki herkes afallamış durumda. Bu durumun bitip gideceğine bütün kalbimle inanmak istesem de mantığım buna engel olmak istiyor. Amacım sizi umutsuzluğa düşürmek değil. Sadece bu durumda kendime iyi gelen bir şey yapmak (yazı yazmak) daha iyi hissetmeme sebep olabilir gibi geldi. Belki de hiç paylaşmam bu yazımı taslaklarda öylece kalır.
Neden bu kadar korkuyoruz sizce? Ölmekten mi, sevdiklerimizi kaybetmekten mi, acı çekmekten mi yoksa hasta olma düşüncesi mi ağır geliyor? Buna cevabınız hepsi olabilir. Belki de benim gibi dünya için ülkemiz için insanlık için korkuyorsunuzdur. Bu durumun sonucunda neler olacağını düşünmek karnımı ağrıtıyor. Kaç bin insan ölecek, bu durum geçecek mi yoksa kıyamete kadar böyle felaketleri bizzat yaşayacak mıyız? Ama bana umut veren bir tarafımda şunu söylüyor ki; böyle felaketler hep oldu ve olmaya da devam edecek. Depremler, yangınlar, seller türlü türlü doğal afetler hep olacak. Ama işte virüs doğal afet mi yoksa biyolojik bir saldırı mı orada işler karışıyor. Umutsuzluğa tekrar düşmeden asıl konumuza geri döneyim. Böyle felaketler hep olacak dedim çünkü geçmişte de türlü türlü felaketler yaşandı. En büyüklerinden birisi olan vebayla başlayalım. Hatta insanlık tarihinin gördüğü en büyük salgın olan Veba yani Kara Ölüm. Salgın 14. Yüzyılda yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüne yol açmış. Yaşanan vahşeti düşünsene Avrupa’da 5 yıl dünya üzerinde yaklaşık 10 yıl süren bu salgının yarattığı korkuyu, tükenmişliği, çaresizliği düşün. O zamanki insanlar da eminim ki Dünya’nın sonunun geldiğini bundan büyük başka bir felaket olmadığını bu yolun bir çıkışı olmadığını düşünmüşlerdir. Ama halimize bak o yolun bir çıkışı oldu. Aşı bulundu ve dünya yüzyıllardır yaşamaya devam ediyor.

Bunu düşündüğümde bu yolun da bir çıkışı olabileceğini düşünüyorum. 2020 çok kötü başladı ama bu düzelebilir. Umut edecek bir şey yokken en güçlü silah umudu kaybetmemektir belki de…



12 Mart 2020 Perşembe

Sabah Yıldızı - Pierce Brown | Kitap Yorumu







Kitap Adı: Sabah Yıldızı

Orijinal Adı: Morning Star (Red Rising #3)
Yazar: Pierce Brown
Sayfa Sayısı: 552
Goodreads Puanı: 4.5/5
Arka Sayfa;
Darrow huzur içinde yaşayabilecekken düşmanları ona savaş getirmiştir. Altın yöneticiler karısını asmış, halkını köleleştirmiştir. Darrow ise karşı koymaya kararlıdır ve Altınların arasına sızmak için her şeyini riske atmıştır. Toplum’un en güçlü savaşçılarını yenip rütbesini yükseltmiştir. Ancak hiyerarşiyi içeriden çökertecek devrime adım adım yaklaşırken aniden sırtından vurulmuştur.

Tüm hayatının birikmiş öfkesine ihanetin acısı eklenmişken karanlığa kapılmamaya çalışan, bu süreçte Altın dostlarına sadakati ve özgürlük arzusu arasında hırpalanan Darrow, Güneş Sistemi’nin kaderi omuzlarındayken her zamankinden daha savunmasızdır. Onun gerçek kimliğini bilen eski müttefikleri, sadakatlerini koruyacak mıdır? Altınlara karşı ayaklanması başarıya ulaşabilecek midir? Darrow başlattığı iç savaşı mutlak zafere taşımaya çabalarken Altın tiranlara karşı direnen milyonlarca insanın hayatını değiştirecek seçimler yapacaktır. 








Bitti. Bu kitabı bitirdiğim için çok üzgünüm ama aynı zamanda da çok mutluyum. İlk kitaptan beri daha iyisi yazılana kadar en iyi kitap serisi olduğunu düşünüyordum ve böyle düşünmekte son derece haklıymışım. Karakterleri bu derece iyisiyle kötüsüyle sevdiren, onları anlamamızı sağlayan empati dolu bir kitaptı. Kalbimde yeri çok güçlü bu serinin hatta aramızda kalsın ben onları ‘ejderhalarım’ diye seviyorum.
Seri inanılmaz bir kurguyla ilerliyor. ‘Keşke bu kitabı ben yazsaydım.’ dedirtecek türden. Heyecan, ihanet, intikam, dostluk bunların hepsini doruk noktada yaşatıyor. Seriyle bütünleştikçe karakterler o kadar çevrenizdenmiş gibi geliyor ki, Sevro’nun etrafımdan bir arkadaşım olduğuna yemin edebilirim. Seriyi 2. kez bitiriyorum ve buna rağmen sanki ilk kez okuyormuş gibi hissettim. Tekrar şaşırdım, tekrar ağladım, tekrar güldüm. Her seferimde kalbimde ve aklımda güzel izler bıraktı.
Kitap asla sıkıcı değildi. Aksiyon, ağzı açık bırakan olaylar hiç bitmiyor. Detaylı anlatıma geçmeden önce size tek tavsiyem bu heyecan dolu fırtınanın içine atlamanız. İnanın hiç pişman olmayacaksınız.





Spoiler içerebilir.


Kitabın ilk başları konuya yakışacak şekilde kasvetliydi. Darrow’un o çukurda o kadar uzun süre kalması, benliğini kaybedip altın vücudunun giderek erimesi… Çakal’ın ona yaptığı onca işkence insanın gözlerini doldurmaya yetiyordu. 2. Kitabın sonunda yaşadığımız şok dalgasını hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Roque’nin ihaneti hepimizi derinden sarstı ama tabii ki en çokta Darrow sarsıldı.
Fitcher’ın ölümü sonrası Ares’in oğulllarını Sevro devralıyor. Bu konuda başarılı da sayılır. Darrow’un hapsedilişinin 1. Senesinin sonunda onu buluyor ve en yakın dostunu yüksek aksiyon dolu sayfalar arasında bilinmezlikten çekip çıkarıyor. Darrow’un ailesine geri kavuşması, eski halinden eser kalmaması ve Mickey’in yardımlarıyla eski haline geri dönmesini görüyoruz. Ama şu an lider Sevro olduğu için en yakın arkadaşların anlaşmazlık yaşadığı noktalar oluyor. Azrail, Sevro’nun liderlik etmesine izin veriyor ancak bir yere kadar… Azrail geri dönüyor ipleri eline alıyor ve planlar başlıyor. Darrow artık isyanın hem yüzü hem sesi ve Marslı Azrail artık oyunu başlatıyor.

Ragnar…Benim güzel devim. Ölümü o kadar üzdü ki. Aja’nın kurbanı oldu. Ragnar’ın yurdunda gerçekleşeceklerin böyle olacağını eminim hiçbirimiz tahmin etmezdik Ragnar’a veda edeceğimizi. Ama büyük dostumuz erken ayrıldı aramızdan ve bir okuyucu olarak ben, en sevdiğim karakterlerden biri ölünce artık her birinin ipin ucunda olduğunu acı bir şekilde fark ettim. Casssius’u öldürmemek tabii ki Darrow’un fikriydi. Hala eski en yakın dostunu özlüyor.

Beni en çok şaşırtan noktaları size söylemek istiyorum. İlk olarak Sessiz Sefi’nin annesini öldürmesini beklemiyordum. Kadını pat diye öldürdü. Sefi’yi çok sevmiştim ta ki isyanın başına geçene kadar. Narol Amca’nın ölmesi adirenkler arasında isyana yol açtı ve başlarında da Sefi vardı. İsyanı durdurmak için yapılanlara ne demeli. Barca tam bir manyak. Ama akıllı bir manyak. İlk kitapta Darrow’un bir haneyi köleleştirdikten sonra Tactus’a verdiği cezanın aynısını kendine vermesi gibi. Şok edici ama tatlı bir geri dönüş olduğunu düşünüyorum.

Ve tabii ki de sonda yaptıkları o twist. İ na nıl maz dı. Daha iyisi gelene kadar en iyi twist kesinlikle bu. Cassius’un ihaneti, Sevro’nun yalandan ölümü, Azrail’in elinin kesilmesi, bir kutuda hükümdara gitmeleri. Okuması o kadar keyifliydi ki zevk cümbüşü diyebilirim. Hükümdar’ın inine girdikten sonra verdikleri yanlış bilgilerle odadaki kişi sayısını azaltmaları, canlı yayında hükümdarı öldürmeleri, Barca’nın uyanışı ve Cassius’un desteği. Aja’yı bu kadar zorlu öldürmeleri çok tatlı olmuştu bence. Galaksinin en iyi jilet ustasının yetiştirdiği en iyi öğrenci. Onunla boy ölçüşmek hiç de kolay değildir özellikle de sağ eliniz yoksa.
Çakal’ın dilinin koparılmasını okurken kanım dondu gerçekten. Çakal’ın idam edilmesi gerekli bir maddeydi ve Kısrak’ın ikizinin ayaklarını çekmesi çok üzücü ve duygusaldı.
 Ve en büyük bomba tabii ki PAX. Oğullarının olması inanılmaz şok edici ve mutluluk vericiydi.
Sevro’yu,Ragnar’ı, Victra’yı, Kısrak’ı, Dansçı’yı,Lorn’u, Cassius’u, Pax’i, Fitcher’ı, Kavax’ı çok sevdim hepsine teşekkür ederim ama en çokta Darrow'a teşekkür ederim.  (Roque burada yok çünkü o hain olarak öldü. Ölürken bile burnu havadaydı. Darrow’un aksine hak ettiğini bulduğunu düşünüyorum.)


Toparlayacak olursam; bu kitap serisinin sevdiğim noktalarından birisi de kahramanlığın, fedakarlığın bu derece güzel anlatılması. Kazanılan zor zaferlerin bir anda olup bitmemesi. Arkasında çok uzun uğraşlar çok ciddi taktikler ve çok ciddi zeka oyunların olması. Başlatılan isyan ile hedeflenen renksiz, armasız eşit bir gelecek;ancak bu geleceğin tamamen eşit olmayacağının da farkında herkes. Bir yöneten olmak zorunda. Bu isyanla beraber daha iyi bir gelecek için feda edilen onca insan. Onlar düzenin değiştiğini göremeyecek ama çocukları veya torunları görecek. Bunları bilerek başlayan bu isyanın ağırlığı çok ciddi karar verme zorluklarına yol açabilir. Ancak karakterin işleyişi o kadar doğru ki, karakter gelişimi o kadar doğru ki Darrow'un hep en doğru kararı verdiğini biliyordum okurken. Ve verdiği her büyük kararın arkasından kendime şunu sordum. Ben Darrow olsaydım bu cesur kararları verebilir miydim? Bu kadar güçlü olduğu için çok seviyorum onu. Düştüğü halde bu kadar güçlü kalktığı için. Omuzlarında bulunan milyonlarca insanın yükünü bu kadar zaman bu kadar güçlü taşıdığı için. Teşekkür ederim Darrow, teşekkür ederim Marslı Azrail, teşekkür ederim Pierce Brown. Sen gelmiş geçmiş en harika yazarlardan birisisin.



Seri bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Darrow gümbür gümbür geliyor. Demir Altın yorumu çok yakında…


16 Ocak 2020 Perşembe

NETFLIX ORİJİNAL DİZİSİ SPINNING OUT YORUMU








2020'de listelerimize eklenen bu güzel diziyi yorumlamak istedim çünkü kendisi öyle hızlı bitti ki keşke bitmeseydi dedirtti. İlk sezonu 10 bölüm olan dizinin konusu ise şöyle:

 Skins dizisi ile tanınan Kaya Scodelario, Kat Baker isimli artistik buz patencisini canlandırıyor. Kat yarışmada geçirdiği bir kaza sonucunda olimpiyat hayallerini rafa kaldırıp antrenör olmak için çalışıyor. Ancak karşısına çıkan fırsatlar onun önüne sürekli olimpiyatları getiriyor. Kate korkularının üstüne gidip olimpiyatlar için cesaret gösterecek mi? Ne gibi zorluklarla karşılaşacak? Ailesi, arkadaşları, hastalığı ve antrenörleriyle ne gibi zorluklar yaşayacak bunları izliyoruz.


Ama güvenin bana asla sıkıcı değil. Diziyi izlerken kendimi o kasaba sakinlerinden birisi gibi hissettim. Dizide bolca entrika, aşk üçgeni, sinir katsayınızı arttıracak karakter de mevcut. Karakterlerin hepsi ruh hastası. Karakterlerin iyi-kötü gibi ayrıştırılmaması çok hoşuma gitti. Herkes yeterince(gerektiğinde) iyi ve kötü davranıyor. Karakterlerin hepsini gri yapmışlar. İlk bölümlerde nefret ettiğiniz karakterleri 2 bölüm sonra çok sevebiliyorsunuz. Veya dizinin 10. Dakikasında eşek sudan gelene kadar dövebileceğiniz karakteri 22. Dakikada bağrınıza basabiliyorsunuz. Ya da tam tersi sevdiğiniz bir karakterden tiksinebiliyorsunuz. Bence bu dizide izleyiciyi tamamen içine çeken karakterin bu denli gerçek hayattan oluşu. Dizi günümüz dünyasında hala ırkçılığın bu denli devam etmesine de atıfta bulunmuş.


Diziyle ilgili eleştirebileceğim nokta ise sezon finalindeki CGI görüntüleriydi. Yani inanın dikkatli bir izleyiciyimdir ama 9 bölüm boyunca buz pateni yapanların gerçekten oyuncular olduğuna o kadar ikna olmuştum ki ancak sezon finalinde görüntülerden kusmak istedim. Patende kayarken oyuncuların yüzleri gözleri eğiliyor bükülüyor. O kadar çiğ, profesyonellikten uzak bir montajdı ki. Bakın  şimdi madem 9 bölüm boyunca sen cgı kullandın ve benim gözüme batmayacak kalitede yaptın sezon finalindeki bu acele neden peki arkadaşım? Atlı mı kovalıyordu diye sorarlar adama. İlk 9 bölümde eğer böyle hatalar varsa asla fark etmedim o yüzden eğer siz fark ettiyseniz ve Gökçe yanılıyorsun montajları çok kötüydü diye yazın bana ben de “Hee demek ki ben ilk 9 bölümü gönül gözümle izlemişim” diyeyim.






Diziye benim puanım 7/10. Sizi bulunduğunuz andan koparan, stresinizi atmanızı sağlayacak tatlı bir dizi arayışındaysanız tam size göre bir dizi. Ve baştan söyleyeyim Justin’e tabii ki aşık olacaksınız.