Sevdiklerimiz bizim
için çabalarken onların çabalarını göremeyecek kadar kör müyüz? Ya da bizi
iyileştirmeye çalışanların hiç yaralı olmadığını mı düşünürüz? Aslında yaranın
nerede olduğunu bilip, ne yapacağını bilmesinden anlamaz mıyız aynı yara izini
taşıdığını. Yoksa bencilliğimizden mi sadece kendimizle ilgileniriz. Sevdiğimiz
insanın derin yönlerine inmeyi neden düşünmeyiz? Benliğinin özünü bize
göstermesini beklemek haksızlık değil mi? Bana ihtiyacı olursa söyler diye hiç
soru sormamak yanlış değil mi? Kendi yaralarımıza o kadar odaklıyız ki
yanımızda olan insanlar neler yaşıyor diye durup 1 dakika düşünsek her şey daha
farklı olabilir belki de.
İşte bana böyle sorular sorduran
bir film izledim. Hayatın Kıyısında…
Hayatımızın pamuk ipliğine bağlı
olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Sürekli bir şeyleri erteliyoruz. Yapılacak
işler, söylenecek sözler, gidilecek yerler hep daha sonraya hep daha sonraya.
Ya da daha kötüsü vazgeçiyoruz. Sevdiğimizi söylemiyoruz kimseye. Neden çünkü
seni zayıf sanarlar. Neden çünkü gururun yok mu derler. Neden çünkü insanlar
konuşur. Geldiğimiz hayatın değerini unutuyoruz. Değerini geçtim her an
sönebileceğini unutuyoruz. Sanki sözleşme imzalamışız da 90 yaşına kadar
yaşayacakmış gibi davranıyoruz. An’da kalmaya çalıştıkça aslında ‘an’da
kalamıyoruz. Düşününce ne kadar acı olduğunu anlayacaksınız.
Hayata gelme ihtimalinin ne kadar
düşük olduğunu, o halde geldiysen güzel bir şekilde yaşaman gerektiğini bir
düşün. Kimse için değil kendin için yaşaman gerektiğini düşün.Neden kararlar
alırız bir düşün. Aldığın kararlar seni mutlu mu ediyor? Etmiyorsa neden
kendini böyle bir zorunluluk haline sokasın ki! İnsanlar hep konuşurlar. Daha
önce de konuştular gelecekte de konuşacaklar. Herkesin dediğine kulak asmamak
yapacağın en mantıklı hareket olur aslında. Sims oyununda değiliz değil mi?
Benim seçimlerimi başkası/arkadaşım/sevgilim belirleyemez. Herkes kendi
hayatını yaşayıp kendi kararlarını kendi alıyorken sen neden başkasının
oyuncağı olasın.
Yine nerelere geldik oysa filmin
konusundan bahsedecektim.
Filmin konusu şu şekilde: Aslında
filmin ilk 5 dakikasında bunun bir kitaptan uyarlandığını tahmin edebilirsiniz.
Kitabının ön kapağında şu yazı yazıyor "Yaşamayı, ölmek isteyen
bir çocuktan öğrenen bir kızın hikâyesi…” oldukça etkileyici.
Finch ve Violet iki lise öğrencisi. Violet’in ablası bir araba kazasında ölünce
kendisi asosyal bir insana dönüşüyor. Finch ise bu kızımızı normal hayatına
döndürmeye çalışıyor ve tabii bu olaylar dahilinde birbirlerine aşık oluyorlar.
Ara ara Finch ortalıktan kayboluyor ve kızımız da bunun sebeplerini
araştırıyor. Film elimize yeterli kanıt vermiyor. Orası çok hoşuma gitmedi o
yüzden.
En
sevmediğim nokta çocuğun intihar ettiği noktaydı çünkü asla anlamadım. Yani
çocuğun ne durumda nasıl bir bunalım içinde olduğunu kız da fark etmiyor onunla
beraber izleyici olan bizde fark etmiyoruz. Bu durum kitabında nasıl çok merak
ediyorum. Çocuğun kendini boğduğu sahneyi şaka sandım. Kız ağlıyor, ben sürekli
“Şimdi çıkıcak ya ağlama.” falan diye düşünüyorum. Sonra bir baktım ki
cenazedeyiz. Ne yaşandı az önce neden öldü Finch? Yeterli bir anlatım
izlemedik. Duygusal değil miydi tabii ki duygusaldı. Ama neler olduğunu
düşünmekten o moda giremiyor insan.
Hikayenin izleyiciye vermek
istediği nokta şuydu kesinlikle ki onu da verdiğini düşünüyorum: Kendi
sorunlarınla uğraşırken o çok sevdiğin insanlara durup hiç bakıyor musun? Kendimizi
hep en acı çeken insanlar olarak görüyoruz. Peki ya arkadaşlarımız,
sevdiklerimiz.
Biraz derin düşünmeye iten,
duygulandıran, güzel bir aşk hikayesiydi.