1 Aralık 2021 Çarşamba
ARCANE | League of Legends - Dizi İncelemesi - Aynen Böyle Devam!
28 Nisan 2021 Çarşamba
Fatma | Netflix Dizi İncelemesi
Tam da taze taze diziyi bitirmişken hemen yorumlamak istedim. FATMA. Temposuyla asla sıkmayan bir yapımdı. Ben izlerken kafamda Bir Başkadır’la kıyasladım. Ve o diziyi hiç sevmemiştim. Fragmanını ilk izlediğimde Fatma için de aynısını düşünmüştüm fakat beni şaşırttı. Hikayesini çok sevdim. Karakter gelişimini yerinde buldum. Oyunculuklara diyecek lafım yok. Burcu Biricik döktürmüş. Birbirinden değerli oyuncular görüyoruz dizinin her bir farklı bölümünde.
Fatma küçükken cinsel istismara uğramış ve bunun üzerinde
bıraktığı etkiyi tahmin edersiniz ki atamamış. Köyden birisiyle evlenmiş ve bir
çocuğu olmuş. Çocuğu Oğuz otizimli bir çocuk ve buna bir şifa bulmak istediği
için ısrarı üzerine İstanbul’a taşınıyorlar. Oradaki İsmail’i ilk başta
Zafer’in abisi sandım. Adamdan iğrenme geliyor adını anınca bile. İstanbul’da
İsmail ve karısı Kadriye’nin evinin bahçesine ev yapıyorlar. Derme çatma
kömürlük gibi bir ev. Zafer de pis işlere bulaşıyor ve patronu Bayram’ın isteği
üzerine bir başkasının yerine hapse giriyor. Bir başına kalan Fatma canı ciğeri
oğluyla beraber gündeliğe gidiyor.
Ha bu arada Fatma’nın bir kız kardeşi var ismi Emine. Yeni
adıyla Mine. Emine ve Fatma yıllardır ne görüşüyor ne konuşuyor. Anladığım
kadarıyla Fatma küçükken ahırda tecavüze uğradığı sırada kardeşi bu olanları
görmüş. Daha sonra hiç konuşmamışlar. Fatma pazarda Zafer’e görüp de
konuşmayanda suç’ derken Emine’yi kastetti diye anladım.
Bir gün Fatma kardeşinden oğlu Oğuz’a bakmasını istiyor
fakat Emine kabul etmiyor. O gün sokakta yürürken Oğuz karşı kaldırıma geçmek
istiyor ve olan oluyor. Araba çarpıyor. Ki aslında son bölümde gördüğümüze
göreyse Fatma telefonla konuşurken fark etmeden oğlunu itiyor. Oğluna çarpan
kişinin tabii ki zengin bir ailesi ve onların da holdingi var. Bir şekilde
paçayı sıyırıp dosyayı kapatıyorlar. Zafer gereksizine de kan parası teklif
ediyorlar. E adam da kabul ediyor. Zaten hiç oğlunu sevmemiş bir biyolojik
babaymış.
Biz Fatma’nın Zafer’i aramasını izliyoruz aslında. Zafer
hapisteyken oğlunun öldüğünü öğrenemez onu buna söylemeliyim diye oradan oraya
koşturan bir Fatma var. Adam çoktan hapisten çıkmış, kayıplara karışmış, parayı
alıp yemiş. Fatma’da kocasını ararken
onun patronu Bayram’dan gidip iş istiyor ve çeşitli işlerde part-time olarak
çalışmaya başlıyor. Bir gün Bayram’ın açık duran kasasından onun silahını
alıyor ve işler buradan sonra kopuyor. İzlerken benim aklıma alakasız gelen şey
neydi biliyor musunuz? Hani Game of Thrones’da sürekli ana karakterler her
bölüm ölüyordu ya. Bu da mı öldü? Yine mi biri ölüyor falan diyorduk. İşte tam
olarak o tadı aldım ben bu diziden. Fatma deneyimsiz, saf bir insanken bir anda
seri bir katile dönüşüyor.
Aslında bir yandan da birisine zarar vermenin ne kadar kolay
olduğunu ve tamamen normal gözüken bir insanın nasıl polisleri dört
döndürdüğünü görüyoruz. Ay ama polisler de kör gibiydi gerçekten. Benzinlik
sahnesinde karısına şiddet uygulayan bir adam var gözüküyor yanında ve polis
ikisinin de kimliğine bakmadan yolcu ediyor. Saçma. Eve cenaze için geldiğinde
polise kollarını uzatıyor, polis geçip gidiyor. Bilmiyorum pek sağlam değildi
polislerin alt hikayesi bence. Ayrıca yıl olmuş kaç her yerde kameralar var yine de kadını kimse fark etmiyor. (Küçücük bir çocuğun aksine.)
En son sahnede Fatma’nın çocuğunu ittiğini fark etmesiyle
sarsıldığını gördük ve intihar etmeye kalktı. İntiharında başarılı oldu mu
olmadı mı bilmiyorum. Batman vs Superman’in sonunda hani Superman ölüyordu ve
en son tabutundaki toprak titriyordu ya ona benzettim. Fatma’nın 2. Sezonu
olacak mı göreceğiz. Olursa kesin izlerim ama bence tek sezon da yeterli olur.
Polis memurunun Fatma’ya sorduğu bir soru vardı. “Ne işin
var senin bu adamla?” diye “Temizlik” cevabı veriyor ya hani çok hoşuma gitti
ve güldürdü beni. Bu arada önermeden geçersem hatrım kalır. Paul Cleave’in
Temizlikçi adında bir romanı var. Bu kitapta bir polis merkezinde temizlikçi
olarak çalışan bir adamın hikayesini okuyoruz. Kesinlikle bakmanızı tavsiye
ederim.
29 Aralık 2020 Salı
BRIDGERTON DİZİ YORUMU-NETFLIX ORİJİNAL DİZİSİ
Benim gibi Aşk ve Gurur sevenler bu diziyi yalayıp yuttu bile değil mi? 8 bölüm bir çırpıda bitti gitti. Bu arada dizimiz aslında bir kitap uyarlaması hatta bir kitap serisi var. Julia Quinn'in oldukça çok sayıdan oluşan bu eserini merak ederseniz bakabilirsiniz. Konuşacak çooook malzememiz var. Hepsini detaylıca inceleyip yorum yapacağım. Ama öncelikle dizi hakkında genel düşüncelerimi söylemem gerek. Ee bunun da bir kısmını artık spoilersız olarak yapmam gerekiyormuş. Sizden gelen tepkiler ve istekler o yönde çünkü. Benim de siz değerli okuyucularımı kırmamam gerek öyle değil mi ? J
Dizimiz 1813 yılında Londra’nın yüksek sosyetesinin arasında
geçen aşk, entrika (çok çok az) ve karakterlerin mutluluğu arama hikayesini
anlatıyor. Dönem işlerini seviyorsanız bu diziyi kaçırmayın derim. Kıyafetler,
saçlar hepsi harikaydı. Oldukça görkemli ve gösterişli olduğunu söylemeliyim.
Dizide kendi hallerinde takılan bu yüksek tabakanın birden bir
GOSSIP GIRL ile sarsıldığını görüyoruz. Nam-ı diğer Lady Whistledown J oldukça güzel bir isim seçimi. Kendisi sosyetenin
içindeki sırları birden gazeteye döküp yazmaya başlıyor ve oldukça hareketli
bir dönem Londra’yı etkisi altına alıyor.
Dizinin eleştirilecek çok yanı var. Daha doğrusu dönemin eleştirilecek çok yanı var. Yani
bir nevi dünyamızın ve onun akla mantığa sığmayan gelenekleri de diyebiliriz.
İzlerken sürekli sinir krizleri geçirebilirsiniz. Neyden mi bahsediyorum? Tabii
ki KADINLARDAN. Kadınların tek vasfı iyi
bir eş olabilmek bunun için de evlilik yaşı gelene kadar evlilik eğitimi
alıyorlar. Daha doğrusu ev hanımlığı diyelim. Ay böyle diyince de temizlik
öğreniyorlar sanmayın. O fakir işi. Bunlar yüksek sosyete oldukları için her
şeylerini yapacak birileri var zaten. Tek yapmaları gereken piyano çalmayı
öğrenmek ve nakış işlemek e bir de tabi GÜZEL OLMAK. Çünkü maazallah güzel
değilsen evlenemezsin ee çünkü sana koca gelmez! Kadınların sadece bir eşya
gibi görücüye çıkıp koca aradığı partileri saymıyorum bile. Kollarında bir dans
listesi asılı ve onlarla dans etmek isteyen erkekler isimlerini o listeye
yazıyor. Oldukça komik ve garipti.
Neyse 1800 ler Avrupa yorumumu bitirdiysem eğer diziyi
yorumlamaya ve karakterleri detaylıca incelemeye geçebiliriz.
Bridgetonlar sosyetenin gözbebeklerinden bi aile. Hele ki kızları Kraliçe tarafından “evlenilecek en güzel kadın” olarak onu seçtiğinden beri gözler üzerlerinde. Babaları (vikont) öldüğü için onu göremediğimiz bu ailenin 8 çocuğu var. 1 tanesi son bölümde ortaya çıkıyor. Çok da önemli bir ayrıntı değil. Erkekleri inanılmaz tatlı ve kızları da inanılmaz güzel olan bu ailenin soyu çoğu sosyete tarafından kıskanılıyor.
Evettt gelelim Sosyete’nin Elması olan Daphne Bridgerton’a. Kendisi kelimenin tam anlamıyla su gibi. Annesi tarafından evlenmek için eğitilmiş bu kızımız bir anda inanılmaz popüler olunca bir sürü talibi kapısını aşındırıyor ama tabii ki bu dizide de ne var? Onu hayattan soğutacak ve her şeyine karışan bir ABİSİ var.
Aynı bu şekilde (burada sonuna kadar haklı) balo salonunda olan tüm herkesle ilgili bir sorun buldu ve kardeşini kimseyle görüştürmedi. Eve gelen misafirleri kovdu derken artık kimse gelmemeye başladı güzeller güzel Daphne'ye 1 kişi hariç. Çirkin yaşlı bir adam..... Yani gerçekten abisine diyecek laf bulamıyorum.
Babasından sonra aile reisliğini ve vikontluğu eline alan Anthony rolüne kendini fazla kaptırmış deyip geçiyorum.
Sıra geldi Muhteşem Hasting Dükü'ne. Gerçekten bu güzellik karşısında insanın dilinin tutulmaması elde değil. Şayet Aşk ve Gurur'dan da bildiğimiz Elizabeth gibi Daphne'de çok bilmiş ve burnu havada. Jane Austen'ın en sevdiği karakter stili diyebiliriz. Ee yalan yok biz de seviyoruz.
Birbirlerinden hoşnut olmayan tavırlarının muhteşem bir aşka
dönüşeceğini hepimiz biliyorduk. Birbirlerini gördükleri ilk saniyeden beri.
Ancak Simon bu kadar yakışıklı ve soylu olmanın bedelini de ödüyor şöyle ki etrafını kızlarını evlendirmek isteyen anneler sarınca bundan bir kurtuluş yolu arıyor. Ve pek akıllı Simon, Daphne’yi de işin içine katarak onun gözden düşmesinin altını çiziyor ve bir oyun oynama teklifinde bulunuyor. Oyuna göre ikisinin birbirleriyle konuştuğunu, dans ettiği gören anneler Simon’ı sıkıştırmaktan vazgeçecek ve Daphne’nin Simon’la beraber olduğunu gören erkekler ise kızla beraber olmak için can atacaklardı.
Bu arada önemli bir ayrıntıdan bahsetmeyi unuttum. Simon çocuk sahibi olmayı istemiyor onu geçtim evlenmek bile istemiyor. Bunun sebebi epey dramatik. Babası o küçükken onu saraydan göndermiş ve herkese öldü demiş. Nedeni ise Simon'ın kekeme olması... Babasıyla olan sahnelerde babasını boğazlamak ve ona biraz insanlık dersi vermek isteyebilirsiniz.
Onu bu durumdan kurtaran ise bu tatlı ve dobra
teyzeciği(annesinin best friendiymiş). Daha sonra kekemeliği düzelen Simon
babasına ölüm döşeğindeyken yemin ediyor. Soyunu devam ettirmeyeceğine
dair. Ölen bir adamın ardından yeminini
tutmaya çalışıyor anlayacağınız. Gururun ölen bir adamın arkasından bile hayatının şeklini çizmesine izin veriyor. Alıp kafasını duvarlara vurmalık gerçekten.
Daphne ile birlikte bir çok baloya katılıyorlar ve oldukça
güzel bir arkadaşlık yakalıyorlar. E ama aşk bu rahat durur mu?
Simon'ın evlenmeye niyeti olmadığını fark eden teyzecik onu
fırçalıyor ve Simon oyunu bitirmeye karar veriyor :( Çünkü beyefendi gönülünü eğlendiriyor ve evlenmeye de niyeti yok tabii. Bu durumdan oldukça
üzülen Daphne (ve biz) bunun nedenini sorguluyor ama bir türlü bulamıyor. E tabii tam da
beklenen oluyor ve şehre bir prens geliyor.
İlgi kendisinden çekilince bir anda neye uğradığını şaşıran
Simon soluğu Daphne’nin yanında alıyor ve olanlar oluyor. Onları bir arada
gören abisi ise evleneceksiniz diye tutturunca Simon “Ben evlenemem.” demesin mi?
Hem abinin hem benim şalterler bi attı orada. Sonrasında olanlar oldu bitenler
bitti evlendiler tabii. En sonu mutlu sondu. Ancak eleştireceğim noktalar var. Kendimi
hikayeyi anlatmaya kaptırmışım sanki izlemeden gelmişsiniz buraya gibi.
Simon’ın gereksiz bu halleri insanı çileden çıkaracak
cinstendi. Kendisi tutturmuş çocuk istemiyorum varisim olmayacak. Çocuğumuz
olmazsa ayrı yaşarız. Çocuğumuz eğer olursa da size bakarım o kadar. Ama her
şey biter diyip diyip durdu. Ben ve Daphne onu o kadar sevmişken bize yaptığına
bakın. Neyseeee o salaklığını geç de olsa gördü. Bebişleri oldu vs vs.
Asıl olay bizim tatlı Pen’imizin Lady Whistledown çıkmasıydı. Aslında
eminim ki hepimizin aklından geçti bu ihtimal ama sonradan unuttuk. Ya sen
şuncacık boyunla ne işlere karışmışsın be Penelope. Zaten kıyamam Colin’e deli
gibi aşık. Çocuğun onu gördüğü yok. Çok üzüldüm minnoş kızıla.
Ama Eloise matbaa’nın önünde hani Whistledown’u korudu ya
orada terziyi göstermeyince bi şüphelendim. Bir şey var bu işin içinde dedim ve
evet doğruymuş. Garibim en yakın arkadaşını araştırıyor haberi yok.
Dizi öyleee wooow süprizli bitmedi. Güzel tatlı tek seferde
izlemelik bir tarihi romantik komedi dizisiydi.
Bu sefer biraz farklı bir anlatım sergiledim. Alışkın değilim böyle yazmaya. Siz olayı bilmiyormuşsunuz gibi aktarmak pek içime sinmedi. Bi daha olmasın J
NOT: Bu ailenin kıyafet seçimleri beni ve gözlerimi çok yordu.
24 Kasım 2020 Salı
NETFLIX TÜRKİYE'NİN YENİ DİZİSİ-BİR BAŞKADIR /DİZİ YORUMU
Evet sonunda beklenen yazı geldi diyebiliriz. Ama bu yazım siz
diziyi çok sevenlerdenseniz sizi tatmin etmeyecektir baştan söyleyeyim. Artık
spoilerlık bir durumu kalmadı dizinin ki içinde spoiler olabilecek pek bir şey de yok. Baştan uyarayım bu bir inceleme yazısıdır. Tarzımı bilenlerdenseniz devam
edelim. Değilseniz de karışık bir stilim olduğunun altını çizeyim.
Bir Başkadır’ın ilk fragmanı çıktığında fragmana yükselemedim.
Hatta “ben bu diziyi izlemem” bile dedim. Ama malum sosyal baskı, sürü
psikolojisi beni izlemeye itti. Hatta ve hatta vize haftamın ortasında oturdum
diziyi izledim ve yorumumu yazıyorum. Deli miyim neyim? Dizi sosyal medyada o
kadar konuşuldu o kadar konuşuldu ki kayıtsız kalabilmek imkansızlaştı. Herkes
izledi ya herkes. E beni de bilirsiniz dizileri çıktığı ilk gün izlerim şak
diye. Bunu izlemeyince bi eksiklik oldu. Dediğim gibi sürü psikolojisi. E
başlıyorum o halde.
Buradan bu yazıyı okuyan yönetmen, sanat yönetmeni, görüntü yönetmenine özürlerimi sunarım. Sonuç olarak ben bir şeyin yönetmeni değilim. Ya da vazgeçtim özür mözür dilemiyorum kimseden izleyiciyim ben. Ama yani özellikle mi uğraşmışlar İstanbul’u saçma sapan bir yer olarak gösterelim diye merak ediyorum. O karmaşa, keşmekeş beni bir yordu. Yani İstanbul’un en güzel yeri olan boğazı kaç kere gördük 1 mi? Uzun uzun gecekondu binalarının çekimi… Araştırmadım ama bence bu yönetmenlerin daha önceden festival filmlerinde çalışmışlıkları var. Dizinin çekimleri, yavaşlığı, durgunluğu sıkıcı bir festival filmi havası veriyor. Bakın çok ciddi söylüyorum diziyi ilerleterek izledim. Şimdi sen diyeceksin ki “Sen ne anlarsın be sanattan?” diyebilirsin tabii senin görüşün ama bu da benim görüşüm. Diziyi çok seven arkadaşlarım da var biliyorum ama ben inanılmaz zor katlandım diziye. Popülerliğin kölesi olmuşuz napalım. 60 saniye boyunca oyunucunun yürümesini izliyoruz. Veya televizyon izlemesini izliyoruz. Neden? Çekimler bana inanılmaz zorlama geldi. Siz dizinin sakinliğinde huzur bulmuş olabilirsiniz ama ben kesinlikle rahatsız oldum. Dizi kesinlikle adı gibi bir başka.
Gelelim karakter incelemelerimize; ilk olarak tabii ki
Meryem’den başlamak istiyorum. Öykü Karayel çok iyi oynamış. Evde yinge yinge
diyip dolanıyorum. Meryem’in o saflığı izleyiciye çok güzel geçti. Ve konuştuğu
sahnelerde izlemekten zevk aldım. Olaylar karşısında verdiği şaşırtıcı tepkiler
çok komikti. Hayır bi de en sonunda geveze adamın verdiği çikolatayı açmadan
adama çorap (J) vermesi. Orası ayrı
tatlıydı. Adamın neden o kadar şoke olduğunu daha iyi anladık çünkü teklifi
kabul ettiğini düşündü belli ki. Ama bir şeyi anlayamadım. Meryem yüzüğü
bulduğunda bayılıyor ya o sevinçten mi oldu pişmanlıktan “ben naptım ya!”
demekten mi bilemiyorum. Sanki bi mutlu olmuş gibi değil mi?
Peri hanım… İçinde barındırdığı öfkeyi anlayabiliyorum. Bunun
farkında da sadece bunu engelleyemiyor. Ama ilk bölümlere nazaran kendini
geliştirdiğini düşünüyorum. Ay birde Allah aşkına bu Hazal kim? Yani evdeki
eski çalışan tamam. Ama Peri Meryem’e Hazal dediğinde ölmüş kardeşini hatırladı
falan sandım. Altından hiçbir şey çıkmayacak bir şey olduğunu hiç
düşünmedim.
İlk bölümde şuursuzca inanmak hakkında güzel bir noktaya
değindiklerini de söylemek istiyorum. Meryem Peri ile konuşurken hoca hakkında
şöyle dedi: Hoca için Peygamber efendimiz soyundan geliyor diyorlar mübarek bir
insan ama o reddediyor. Böyle bir kesim var ne yazık ki. Hoca nezdinde
söylemiyorum tabii ama genel olarak “Hayır öyle değil.” Denen olaylara “Evet
evet öyle” diye karşı çıkan bir kesim var. Var yani.
Hocayla ilgili dikkatimi çeken bir olay şu oldu. Gelen herkese
aynı örneği veriyor herhalde. Hem Meryem’e hem Yasin'e çiçek örneğini verdi. Bu
da aslında güzel bir göndermeydi. Ben hocayı sevdim. Oldukça minnoş, gerçekçi, iyi bir adamı izledik. Ve belki de en büyük önyargılar burada kırıldı. "İyi bir hocada mümkün olabiliyormuş demek" diye düşündürtmüş olabilir izleyiciyi. Kızının evlatlık olması
beni şaşırttı.
Sinan bey veya Gülbin’le alaka
lı konuşacağım pek bir şey yok.
“Bugün kalacak mısın? Kalsana.”
“Yok gidicem.”
“Emin misin?”
(Geceyi beraber geçirirler.)
Bundan ibaretti. Adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba. Ek olarak Meryem’in
Peri’ye Sinan’dan bahsetmediği yerlerde ilk olarak aklıma kötü senaryolar
geldi. Kadına bir şey mi yaptı tecavüz mü etti gibi düşündüm. Aşık
olabileceğini hiç aklıma getirmedim.
Böyle bölük bölük olaylardan oluşan bence anlamsız bir
diziydi. Sinan’ı gördük annesini gördük ee? Gülbin’i gördük kardeşlerini gördük
ee? Yani gösterdiği şeylerin altında bir mesaj vardı da ben mi alamadım mesajı.
Tamam biliyoruz hayattan sahneler, bu doğal bir dizi bi kere vs vs. ya da gözümüze soktukları mesajları
tabii ki anladım. Ama dizi sanki “siz oturun biz sizi çekelim bitsin gitsin.” gibi geldi bana. Çekimler desen ya uzaktan ya yakından. Ortası veya farklı
açıdan görüntüler yok. Tek taraflı görüyoruz genelde oyuncuları. Bunlar beni
rahatsız etti. Şimdi diyorsundur belki içinden “Alışmışsın yabancıların yaptığı
dizi/filmleri izlemeye bunu beğenmezsin tabii.” Valla bence bu diziyi zaten
böyle yapıyorlarsa kimseye beğendirme kaygısı taşımıyorlar. Bu konuda çok
eminim ben. Bu dizi her kesime hitap eden ama aynı zamanda herkese hitap
etmeyen bir dizi. Son cümlem güzel oldu J Diziyi
sanki düşmanım yapmış gibi gömmem peki?
Yingeye bayıldım ben. Funda Eryiğit nefis oynamış ya
nefisssss. En en en iyisi oydu dizide. Kadının ses tonu, konuşması, İstanbul
Türkçesi bile o kadar güzeldi ki saatlerce konuşsun dinlerim. Yengenin başından
geçen talihsiz olayı hepimiz en başında anladık. Ama bazı detaylara o kadar
takılıyorum ki onlara cevap bulamayınca sinirleniyorum. Mesela yengenin camdan
izlediği hurma ağacı. Yasin hurmayı yiyip tükürünce kadın çıldırdı. Şimdi doğal
olarak böyle bir olay yaşanınca altından hurmayla ilgili bir olay kötü bir anı
veya güzel bir anı bekliyorsun. Ben ilk gördüğümde aklımdan geçen şuydu:
Yengenin eskiden aşık olduğu adam ölünce Yasinle evlendi. Hala eski aşkını
unutamadığı için de camdan bakıp bakıp onu düşünüyor e haliyle Yasin de ona
sinirlendi dedim. E ben boşuna güzel beynimi yormuşum. Hiçbir şey olmadı.
Ruhiye köye gittiğinde oradaki tecavüzcüyle arasında geçen
konuşma beni bi tık rahatsız etti. Farkındalık yaratmaya çalışıyorsun AMA NEYE
FARKINDALIK?
Yasin. Angry birds Yasin. Bu ne sinir bu ne saçma bir üslup bu
ne terbiyesiz bir adam yahu. Çok eminim böyle adamlar çok var ama yine de aşırı
tilt oldum. Memnuniyetsiz, kindar, uyumsuz adamın teki. Ama yine de bunlara
rağmen son bölümde ağlarken bi duygulanmadım değil.
Hocanın kızı ve onun arkadaşı(!) hakkında da konuşacak bir şey
yok. Netflix’de hep gördüğümüz görmesekte alttan gözümüze sokulan olaylar
biliyorsunuz. He hayatın gerçekleri değil mi öyleler tabii ki. Hoşuma giden şu
oldu. Hayrunisa sanki baskıyla başını örttü sandık. Belki de öyleydi
bilmiyorum. Ama başını örtmekten vazgeçtiğindeki hocanın tavrı olması gerektiği gibiydi.
Son olarak bu dizinin şöyle bir çabası olduğunu da söylemek mümkün o da şu ki: dizi "üst" sınıf diye adlandırdığımız veya kendini öyle adlandıran, muhafazakarlıktan uzaktan yakından alakası olmayan veya Peri gibi başını örtenlerden rahatsız olan insanlar için bir sorgulama aracı oldu diyebiliriz. İnsanlar kendilerini bi sorgulama ihtiyacı hissettiler. Belki Peri'nin annesi "Her ekrana da bir kapalı koymak zorundalar." dediği kısımda "Ayneeeen abi ne bu gözümüze sokma olayı." dediler veya dediniz. Ya da "Harbiden böyle önyargılar bende de var." dediniz ve bunu çözmek için sizde bir bakış açısı uyandırdı. Dizinin en altında verdiği mesaj "Hepimiz insanız, hepimizin konuşmaya ihtiyacı var." ya da "Önyargılarınızdan kurtulun pislikler." veya "Herkesin içinde bir inanca ihtiyacı vardır." olabilir. Dizinin sanatsal yönünü ortadan kaldırdığımızda aslında sosyal sınıflar için incelenebilecek veya dersler çıkartılabilecek noktalar olduğunu söylemem mümkün. Dizi zateeeen bana olanı gösterdiği için beni etkilemedi ancak sana kendini sorgulatabildiyse başarılı bir yapım diyebiliriz. Herkesin kafasının üstüne değil de bilincine yerleştirdiği o türbanı açması diliyorum.
Bu diziyle alakalı söyleyeceklerim bu kadar. Beğendiğim şeyler de var şimdi yok demezsiniz. Ama beğenmediğim bana çekici gelmeyen şeyler de ortada. Benden size söz bir daha sürü psikolojisine kanmayacağım. Gideyim de daha az sanat barındıran diziler izleyeyim J Zevler ve renkler diyerek hoşçakalınnnnn.