Evet sonunda beklenen yazı geldi diyebiliriz. Ama bu yazım siz
diziyi çok sevenlerdenseniz sizi tatmin etmeyecektir baştan söyleyeyim. Artık
spoilerlık bir durumu kalmadı dizinin ki içinde spoiler olabilecek pek bir şey de yok. Baştan uyarayım bu bir inceleme yazısıdır. Tarzımı bilenlerdenseniz devam
edelim. Değilseniz de karışık bir stilim olduğunun altını çizeyim.
Bir Başkadır’ın ilk fragmanı çıktığında fragmana yükselemedim.
Hatta “ben bu diziyi izlemem” bile dedim. Ama malum sosyal baskı, sürü
psikolojisi beni izlemeye itti. Hatta ve hatta vize haftamın ortasında oturdum
diziyi izledim ve yorumumu yazıyorum. Deli miyim neyim? Dizi sosyal medyada o
kadar konuşuldu o kadar konuşuldu ki kayıtsız kalabilmek imkansızlaştı. Herkes
izledi ya herkes. E beni de bilirsiniz dizileri çıktığı ilk gün izlerim şak
diye. Bunu izlemeyince bi eksiklik oldu. Dediğim gibi sürü psikolojisi. E
başlıyorum o halde.
Buradan bu yazıyı okuyan yönetmen, sanat yönetmeni, görüntü
yönetmenine özürlerimi sunarım. Sonuç olarak ben bir şeyin yönetmeni değilim.
Ya da vazgeçtim özür mözür dilemiyorum kimseden izleyiciyim ben. Ama yani
özellikle mi uğraşmışlar İstanbul’u saçma sapan bir yer olarak gösterelim diye
merak ediyorum. O karmaşa, keşmekeş beni bir yordu. Yani İstanbul’un en güzel
yeri olan boğazı kaç kere gördük 1 mi? Uzun uzun gecekondu binalarının çekimi…
Araştırmadım ama bence bu yönetmenlerin daha önceden festival filmlerinde
çalışmışlıkları var. Dizinin çekimleri, yavaşlığı, durgunluğu sıkıcı bir
festival filmi havası veriyor. Bakın çok ciddi söylüyorum diziyi ilerleterek
izledim. Şimdi sen diyeceksin ki “Sen ne anlarsın be sanattan?” diyebilirsin
tabii senin görüşün ama bu da benim görüşüm. Diziyi çok seven arkadaşlarım da
var biliyorum ama ben inanılmaz zor katlandım diziye. Popülerliğin kölesi olmuşuz napalım. 60 saniye boyunca oyunucunun yürümesini izliyoruz. Veya
televizyon izlemesini izliyoruz. Neden? Çekimler bana inanılmaz zorlama geldi.
Siz dizinin sakinliğinde huzur bulmuş olabilirsiniz ama ben kesinlikle rahatsız
oldum. Dizi kesinlikle adı gibi bir başka.
Gelelim karakter incelemelerimize; ilk olarak tabii ki
Meryem’den başlamak istiyorum. Öykü Karayel çok iyi oynamış. Evde yinge yinge
diyip dolanıyorum. Meryem’in o saflığı izleyiciye çok güzel geçti. Ve konuştuğu
sahnelerde izlemekten zevk aldım. Olaylar karşısında verdiği şaşırtıcı tepkiler
çok komikti. Hayır bi de en sonunda geveze adamın verdiği çikolatayı açmadan
adama çorap (J) vermesi. Orası ayrı
tatlıydı. Adamın neden o kadar şoke olduğunu daha iyi anladık çünkü teklifi
kabul ettiğini düşündü belli ki. Ama bir şeyi anlayamadım. Meryem yüzüğü
bulduğunda bayılıyor ya o sevinçten mi oldu pişmanlıktan “ben naptım ya!”
demekten mi bilemiyorum. Sanki bi mutlu olmuş gibi değil mi?
Peri hanım… İçinde barındırdığı öfkeyi anlayabiliyorum. Bunun
farkında da sadece bunu engelleyemiyor. Ama ilk bölümlere nazaran kendini
geliştirdiğini düşünüyorum. Ay birde Allah aşkına bu Hazal kim? Yani evdeki
eski çalışan tamam. Ama Peri Meryem’e Hazal dediğinde ölmüş kardeşini hatırladı
falan sandım. Altından hiçbir şey çıkmayacak bir şey olduğunu hiç
düşünmedim.
İlk bölümde şuursuzca inanmak hakkında güzel bir noktaya
değindiklerini de söylemek istiyorum. Meryem Peri ile konuşurken hoca hakkında
şöyle dedi: Hoca için Peygamber efendimiz soyundan geliyor diyorlar mübarek bir
insan ama o reddediyor. Böyle bir kesim var ne yazık ki. Hoca nezdinde
söylemiyorum tabii ama genel olarak “Hayır öyle değil.” Denen olaylara “Evet
evet öyle” diye karşı çıkan bir kesim var. Var yani.
Hocayla ilgili dikkatimi çeken bir olay şu oldu. Gelen herkese
aynı örneği veriyor herhalde. Hem Meryem’e hem Yasin'e çiçek örneğini verdi. Bu
da aslında güzel bir göndermeydi. Ben hocayı sevdim. Oldukça minnoş, gerçekçi, iyi bir adamı izledik. Ve belki de en büyük önyargılar burada kırıldı. "İyi bir hocada mümkün olabiliyormuş demek" diye düşündürtmüş olabilir izleyiciyi. Kızının evlatlık olması
beni şaşırttı.
Sinan bey veya Gülbin’le alaka
lı konuşacağım pek bir şey yok.
“Bugün kalacak mısın? Kalsana.”
“Yok gidicem.”
“Emin misin?”
(Geceyi beraber geçirirler.)
Bundan ibaretti. Adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba. Ek olarak Meryem’in
Peri’ye Sinan’dan bahsetmediği yerlerde ilk olarak aklıma kötü senaryolar
geldi. Kadına bir şey mi yaptı tecavüz mü etti gibi düşündüm. Aşık
olabileceğini hiç aklıma getirmedim.
Böyle bölük bölük olaylardan oluşan bence anlamsız bir
diziydi. Sinan’ı gördük annesini gördük ee? Gülbin’i gördük kardeşlerini gördük
ee? Yani gösterdiği şeylerin altında bir mesaj vardı da ben mi alamadım mesajı.
Tamam biliyoruz hayattan sahneler, bu doğal bir dizi bi kere vs vs. ya da gözümüze soktukları mesajları
tabii ki anladım. Ama dizi sanki “siz oturun biz sizi çekelim bitsin gitsin.” gibi geldi bana. Çekimler desen ya uzaktan ya yakından. Ortası veya farklı
açıdan görüntüler yok. Tek taraflı görüyoruz genelde oyuncuları. Bunlar beni
rahatsız etti. Şimdi diyorsundur belki içinden “Alışmışsın yabancıların yaptığı
dizi/filmleri izlemeye bunu beğenmezsin tabii.” Valla bence bu diziyi zaten
böyle yapıyorlarsa kimseye beğendirme kaygısı taşımıyorlar. Bu konuda çok
eminim ben. Bu dizi her kesime hitap eden ama aynı zamanda herkese hitap
etmeyen bir dizi. Son cümlem güzel oldu J Diziyi
sanki düşmanım yapmış gibi gömmem peki?
Yingeye bayıldım ben. Funda Eryiğit nefis oynamış ya
nefisssss. En en en iyisi oydu dizide. Kadının ses tonu, konuşması, İstanbul
Türkçesi bile o kadar güzeldi ki saatlerce konuşsun dinlerim. Yengenin başından
geçen talihsiz olayı hepimiz en başında anladık. Ama bazı detaylara o kadar
takılıyorum ki onlara cevap bulamayınca sinirleniyorum. Mesela yengenin camdan
izlediği hurma ağacı. Yasin hurmayı yiyip tükürünce kadın çıldırdı. Şimdi doğal
olarak böyle bir olay yaşanınca altından hurmayla ilgili bir olay kötü bir anı
veya güzel bir anı bekliyorsun. Ben ilk gördüğümde aklımdan geçen şuydu:
Yengenin eskiden aşık olduğu adam ölünce Yasinle evlendi. Hala eski aşkını
unutamadığı için de camdan bakıp bakıp onu düşünüyor e haliyle Yasin de ona
sinirlendi dedim. E ben boşuna güzel beynimi yormuşum. Hiçbir şey olmadı.
Ruhiye köye gittiğinde oradaki tecavüzcüyle arasında geçen
konuşma beni bi tık rahatsız etti. Farkındalık yaratmaya çalışıyorsun AMA NEYE
FARKINDALIK?
Yasin. Angry birds Yasin. Bu ne sinir bu ne saçma bir üslup bu
ne terbiyesiz bir adam yahu. Çok eminim böyle adamlar çok var ama yine de aşırı
tilt oldum. Memnuniyetsiz, kindar, uyumsuz adamın teki. Ama yine de bunlara
rağmen son bölümde ağlarken bi duygulanmadım değil.
Hocanın kızı ve onun arkadaşı(!) hakkında da konuşacak bir şey
yok. Netflix’de hep gördüğümüz görmesekte alttan gözümüze sokulan olaylar
biliyorsunuz. He hayatın gerçekleri değil mi öyleler tabii ki. Hoşuma giden şu
oldu. Hayrunisa sanki baskıyla başını örttü sandık. Belki de öyleydi
bilmiyorum. Ama başını örtmekten vazgeçtiğindeki hocanın tavrı olması gerektiği gibiydi.
Son olarak bu dizinin şöyle bir çabası olduğunu da söylemek mümkün o da şu ki: dizi "üst" sınıf diye adlandırdığımız veya kendini öyle adlandıran, muhafazakarlıktan uzaktan yakından alakası olmayan veya Peri gibi başını örtenlerden rahatsız olan insanlar için bir sorgulama aracı oldu diyebiliriz. İnsanlar kendilerini bi sorgulama ihtiyacı hissettiler. Belki Peri'nin annesi "Her ekrana da bir kapalı koymak zorundalar." dediği kısımda "Ayneeeen abi ne bu gözümüze sokma olayı." dediler veya dediniz. Ya da "Harbiden böyle önyargılar bende de var." dediniz ve bunu çözmek için sizde bir bakış açısı uyandırdı. Dizinin en altında verdiği mesaj "Hepimiz insanız, hepimizin konuşmaya ihtiyacı var." ya da "Önyargılarınızdan kurtulun pislikler." veya "Herkesin içinde bir inanca ihtiyacı vardır." olabilir. Dizinin sanatsal yönünü ortadan kaldırdığımızda aslında sosyal sınıflar için incelenebilecek veya dersler çıkartılabilecek noktalar olduğunu söylemem mümkün. Dizi zateeeen bana olanı gösterdiği için beni etkilemedi ancak sana kendini sorgulatabildiyse başarılı bir yapım diyebiliriz. Herkesin kafasının üstüne değil de bilincine yerleştirdiği o türbanı açması diliyorum.
Bu diziyle alakalı söyleyeceklerim bu kadar. Beğendiğim
şeyler de var şimdi yok demezsiniz. Ama beğenmediğim bana çekici gelmeyen şeyler
de ortada. Benden size söz bir daha sürü psikolojisine kanmayacağım. Gideyim de
daha az sanat barındıran diziler izleyeyim J Zevler
ve renkler diyerek hoşçakalınnnnn.
PS: Hurma olayını öğrendim meğer ilerlettiğim için orayı kaçırmışım.