1,5 senedir kitaplığımda okunmayı bekleyen okumaya kıyamadığım
caaaanım kitabım Demir Altın’ın yorumuyla karşınızdayım. Bitmesin diye yavaş
yavaş okuduğum bu harika romanı biraz inceleyelim.
Spoilersız bi giriş yapmak isterim öncelikle. Bu kitap
yorumuna tıkladıysanız eğer yazarın diğer 3 romanını da okuduğunuzu
varsayıyorum. Hadi diyelim ki hiç haberiniz yok o zaman kısa bir bilgilendirme
yapalım.
Pierce Brown’ın 2015 yılında bizlere kavuşturduğu Kızıl
Yükseliş kitabını distopik bilim kurgu romanı olarak tanımlayabiliriz. İnsanlığın
artık kendini aştığı uzaya yerleştiği ve kendini renk sınıfına böldüğü bir kast
sisteminde işlerin ne derece yolunda veya ne derece karışık olduğunu görüyoruz.
Kızıllardan Altınlara 14 farklı renk sistemine bölünen bu insanlık hem
teknolojinin tüm fırsatlarını kullanmış hem de dibine kadar cumhuriyet
sisteminden uzaklaşmışlar.
İsyan temalı, başkaldırma konularını işleyen sizi şok etkisine
uğratacak kadar şaşırtan kitapları seviyorsanız KESİNLİKLE bu seriye
başlamalısınız. Hep söylerim bir kere de size söyleyeyim: Bu seriyi keşke ben
yazmış olsaydım. İşte bu öyle bir kitap serisi. Kitaplara ve yazara olan aşkım
oldukça büyük o yüzden bu konuyu şu anlık es geçip asıl konumuza yoğunlaşmak
istiyorum çünkü konuşacak çok şeyimiz var.
Serinin 4. Kitabı diye tanıttığım bu kitap aslında yeni bir
üçlemenin ilk kitabı. En son Sabah Yıldızı’nda Darrow’un Hükümdar’ı yenilgiye
uğrattığını ve Cumhuriyeti kurduğunu okumuştuk. Demir Altın tam da bu olayın
üstünden 10 yıl geçmesiyle başlıyor. Elimizde büyüyen karakterlerin hepsi birden
30 yaşında oluyor. Garipti. Her ne kadar cumhuriyeti kurmuş olsalar ve tüm
renkler eşit artık renk farkı yok, armalar yok, tek devlet, tek millet, tek
galaksi olayına girseler de 10 senede pek bi ilerleme kaydedememişler. Kısrak
yeni Hükümdar olmuş tüm yetkilerini kısıtlandırmış ve bir meclis kurmuştu. Darrow
ise demir yağmurlardan demir yağmurlara koşuyor evinde çoluğuyla çocuğuyla vakit
geçirmek yerine halaaa savaş peşinde. Neyseee…
Özet geçmemeye karar verdim. Dan dan yazıcam arkadaşlar.
Spoiler yemek istemeyenlerle kitabı okuduktan sonra burada tekrar buluşabiliriz.
Öncelikle bu kitap diğer kitaplardan farklı olarak çoklu
anlatıcı üslubuyla yazılmış. Bunu hem sevdim hem sevmedim. Sevdim çünkü diğer
karakterlerin iç dünyasını görmüş olduk. Epraim, Lysander, Lagolos’lu Lyria ve
tabii ki Lykos’lu Darrow/Azrail ağzından okuyoruz bu kitabı.
Sevmeme sebebim ise çok açık ve net. Darrow’u özledim. Darrow’un
aklının derinliklerinde kaybolmak, yaptığı akıl oyunlarını görmek veya bulmaya
çalışmak diğer 3 kitapta beni en çok heyecanlandıran şeylerden birisiydi. Ama bu
kitapta normale oranla o kadar az Darrow okuduk ki bu beni bi miktar üzdü.
Ayrıca bu kitabın başka bir yöne doğru kaydığının farkındayım.
Yazar bizi bir şeylere hazırlıyor ve bence Dark Age kitabında daha çok
şaşırmamızı sağlayacak. Fakat ben Demir Altın’da diğer kitaplara nazaran daha
az şaşırdım ya da şöyle söyleyeyim daha az ters köşe vardı. Beklemediğim 2 ölüm
gerçekleşti. Hala spoiler yoktur diye okumaya devam ediyorsan bomba bir spoiler
geliyor hazır ol sevgili okuyucu. Cassius Au Bellona ölüyor. Ve öyle bir ölüyor
ki şaka sanıyorsunuz. Neden neden öldürdün onu diye duvarları yumrukluyorsunuz.
Çünkü bence çok boş ve anlamsız bir şekilde duygu yoğunluğunun çok az olduğu
bir anda öldü. Biz 4 kitaptır bu adamı okuyoruz. Hem sevdik hem nefret ettik
sonra yine sevdik. Böyle bi ölümü veya vedayı hak etmediğini düşünüyorum. Hadi bu
kitapta Cassius ölsün bari demiş gibisin Pierce!
Bu şekilde düşünmemin sebebi salak Lysander’ın bu olaya
verdiği donuk tepki de olabilir. Tam “Cassius bir kahraman, kurtulacak bu olaydan”
diyordum ki adam öldü.
Lysander’ı okumayı sevdim. Onun akıllı oluşu ve tam ataları
gibi saf bir altın oluşu hikayeye tatlı bir acılık katmıştı. Darrow’a olan
düşmanlığı ise beni sinirlendirdi. Amaa yani burada hata kimde sizce? Çocuk
Hükümdar’ın tek varisi Hükümdar’ı öldürüp torununu serbest bırakırken yıllar sonra intikam için geleceğini
düşünmediniz mi gerçekten ya???ALOO! Yani ilk kitapta zaten intikam için bunları
yaşadık ve okuduk biz. Kötü insan değiliz bla bla… 5. Kitapta görücem ben kim
kötü insan kim iyi insan. Kendi başınıza çok güzel çorap ördünüz gerçekten.
Kitapta Ragnar’ın adının her geçtiği yerde duygulanmam normal
mi? Ve Sefi’nin bu kitapta bu kadar az rolde olmasını sevmedim. Etkisiz eleman
olmasını hiç sevmedim. Dark Age’de bol bol okuyacağımıza eminim.
Epraim’i okumaya başlamadan önce benim Trigg’i kız sanmam ve
erkek çıkması… Epraim ve çocuklar (Pax ve Electra) arasında geçen diyaloglar beni
sesli bir şekilde güldürdü. Keyifle okuduğum güzel atışmalardı.
Aaaa az daha unutuyordum. Wulfgar’ın ölümü. Gerçekten tırnaklarımla
yastıkları parçalamak istedim. Darrow’un böyle bir şey yapması ona olan saygımı
0.1 kadar azalttı. Hikaye gelişiminde buna gerek var mıydı diye düşünüp durdum.
Pierce yaptıysa vardır bi bildiği değil mi?
Sabah Yıldızı’nı okurken aklımda hep Darrow’un ne kadar güçlü
olduğu ve ne kadar doğru kararlar verdiğiydi. Ama bu hamleyle Pierce belki de
Darrow’un %100 kahraman olmadığını ve onun da çok yanlış kararlar verebildiğini
bizlere gösterdi.
En sonda artık özlediğimiz Azrail’in gün yüzüne çıktığını
gördük ve kitap bu şekilde bitti.
Pierce Brown ne yazarsa yazsın sevmemem mümkün değil gibi
gözüküyor. Bu kitabı ilk kitap olarak düşünüp onu kafamda şekillendiriyorum ve
10/10 puanı veriyorum. O kadar derin ve büyük bir dünya ki burası okuması o
kadar keyifli ki bir de üstüne izlemeye kalksak kalp krizinden giderim gibi
geliyor. Film olacak haberleri çıktı ardından dizi olacak haberleri çıktı. Tek isteğim
hayal kırıklığına uğramamak ve bu muhteşem eserlerin düşük bütçeli işlerin
malzemesi olmaması.
PIERCE BROWN
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Dark Age’i büyük bir
beklentiyle bekliyorum. Ve sevgili Pegasus Yayınları HURRY UP!
Serinin masa oyunu çıktı arkadaşlar. Merak edenler için link
bırakıyorum.
https://stonemaiergames.com/games/red-rising/