15 Ekim 2022 Cumartesi

Lord of the Rings: Rings of Power Dizi İncelemesi

 


Yolunuz buraya düştüyse baştan söylemem gereken bir şey var. Öncelikle büyük bir LOTR fanı olsam da kitapları okumadığımı belirtmek isterim. Bu inceleme filmleri izleyip çok seven birisi tarafından yazılmıştır. Anlaştıysak devam edelim 😊

Harika, mükemmel, efsaneler efsanesi Lord Of The Rings’in dizi olacağı haberlerini duyduğumuzda çok heyecanlandık. Amazon tarafından yapılacağını öğrenince de bir miktar endişelendik haliyle çünkü amazon dijital yayıncılık sektöründe çok da ünlü bir konumda değil. HBO’dan böyle bir haber duysaydık endişelerimiz biraz daha az olurdu ama o durumda dizinin +18 olacağını öngörür gibiyim.

 Amazonu duyunca aklımızdan geçenler acaba kadro nasıl olur? Bütçeleri yeter mi? İyi bir şey mi izleyeceğiz? Siyahi elf mi olur? gibi gibi sorular sorduk hepimiz. Siyahi elf konusunda ırkçılık yapmak istememekle birlikte yazılan bir kitabı uyarlıyorsak kitaba uymak gerektiğini düşünüyorum ama bu durumdan rahatsız olmadım. Çünkü günümüzde artık dizileri tamamen evrensel yapma gibi bir çaba sarf ediliyor.

Gelelim dizimizin incelemesineeeeee;

Sezon finaliyle diziyi sevdim. Hatta şöyle oldu. İlk 2 bölüm dedim aa güzel bir şey çıkacak. 3. 4. ve 5. Bölümden nefret ettim. 6. Bölümü çok sevdim. Oh be  galiba toparlayacaklar dedim. 7. Bölümde bir tık modum düştü sıkıldım. Ama 8. Bölümde yani sezon finalinde BA YIL DIM. Tamam belki abartıyorum gibi gelebilir size. Ama son bölümü gerçekten keyifle izledim. Diziden çok haz almasanız bile son bölümün bu sezon içindeki en iyi bölüm olduğu konusunda bence hemfikiriz.

 


Ellerinde güzel bir hikayeyi anlatmak için 8 bölüm varken son 3 bölümde güzel bir şeyler çıkarmaları bir tık üzücü oldu. Ek olarak Halbrand’ın Sauron çıkma ihtimali hep vardı. Zateeeen elimizde olan muhtemel karakter sayısı 2’ydi. Ya Halbrand olacak, ya kılayaklarla gezen Gandalf tipli dede olacak ya da hiç bilmediğimiz birisi çıkacak. Boş attık dolu tuttuk gibi bir şey oldu açıkçası.

Halbrand’ın Adar ile karşılaştığı sahneyi hatırlarsınız, “Beni hatırladın mı?” dedi o an bendeki %33lük oran %100 e tamamlandı işte 😊 Çünkü Adar ve bizim Galadriel konuşurken Sauron’un artık dünyanın toparlanmasına yardım ettiğinden bahsetti vs. AMA arkadaşlar Galadriel’in Sauron’a yardım ve yataklık etmesi beni çıldırttı. Kendi elleriyle adamı istediği yere getirdi. AAAAA deliricem.

 


Peki sonraki romantiklik nidaları neydi öyle? Gel seni kraliçem yapayım? Bizde seni Aragorn gibi bir yiğit bir kral sanmıştık yazıklar olsun. 

LOTR serisini tekrar izleyeceğim. Açıkçası merak ettiğim nokta şu ki; filmlerde Galadriel’in motivasyonu nasıldı? Sauron’u tekrar zirveye çıkaran kendisiyken gerçekten filmlerde onu görebiliyor muyuz? Çünkü çok önemli bir olayı alıp kilit noktayı Galadriel üzerinden yürütüyorlar. Umarım filmlerdeki motivasyon diziyle örtüşebilir.

 


Ama bir itirafım var. The Stranger’ın yanına o beyaz pelerinliler geldiğinde gerçekten onu Sauron ilan edeceklerini beklememiştim. NEEEE? diye izledim. Dizilerin olmazsa olmazı bi twist gelecekti belli. Bu noktada (the stranger’a Gandalf diyeceğim) Gandalf’ın iyiyi seçmesinde Nori’nin payının olması çok tatlıydı. Zaten adamı dizi boyunca saçma sapan kendi salaklıklarıyla üzüp durdular. Adamcağız ağacı iyileştiriyor yerinde duramayıp yaralanınca da adama kızıp onu yolluyorlar???? Pardon da bu adam size yiyecek yemek verdi NANKÖR PİSLİKLER! Gandalfcığıma yaptıkları her suratsızlık canımı çok sıktı.

 


Bir de lütfen biliyorsanız söyleyin The Stranger tarafından son sahnede söylenen “Daima burnuna güven” repliği LOTR da Gandalf tarafından söyleniyordu değil mi? Oradan daha çok emin oldum onun Gandalf olduğuna 😊

 


Galiba en sevmediğim kişi Galadriel oldu. Belki cast seçiminden kaynaklıdır ama aşırı donuk, aşırı mimiksiz ve suratsızdı. Sürekli poz verircesine oynaması çok sinirlerimi bozdu. Numenor’da at üstünde kütüphaneye gidişini hatırlarsınız… Sahne tamamen bir poz poz poz sahnesiydi. Ayrıca Numenor’da 3 bölüm neden oyalandılar orası da soru işareti?

 


Aşırı saçma bir sahneden daha bahsetmek istiyorum o da sanki Isildur ölmüş gibi lanse etmeleriydi. E biz biliyoruz ölmediğini zaten filmlerde görüyoruz. Böyle bir şeyi neden dizide gösterme ihtiyacı duydular bilmiyorum gerçekten.

Ama haticeye değil neticeye bakarsak ben 2. Sezonu izlerim. Sezon finalinden memnun da ayrılıyorum. Benim için WOOOW değil ama sevdiğimi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Sauronlu bölümler izleyelim haydiii?

 

Peki size bir soru:

Galadriel Sauron’a evet deseydi Middle Earth’ ün hali ne olurdu?



4 Mart 2022 Cuma

THE BATMAN (2022) - Dramatik bir Batman ama sevdik!

 


The Batman uzun zamandır merakla beklediğim filmlerdendi.

İlk olarak şunu söyleyebilirim ki diğer izlediğimiz Batman filmlerinden bir hayli farklı bir film izliyoruz. Robert Pattinson’ın role bu kadar yakışacağını aslında tahmin etmiyordum. Fragmanlardan yakıştığını düşünmüştük tabii ki ama filmde izlemek gerçekten bambaşkaydı.



Filmde Bruce Wayne’in küçüklüğünü bu sefer görmüyoruz. Hani her hikayede gördüğümüz ailesinin öldürülüş hikayesini ve o inci kolyenin etrafa saçılışını. Pek de profesyonel olmayan bir daha genç bir Batman var karşımızda. Batman’in yalnızlığının güzel işlendiğini düşünüyorum. Ancak diğer filmlerde çok sevdiğim Alfred karakterine bu bu filmde maalesef ısınamadığımı söylemeliyim. Bunun sebebi ya  Andy Serkis’i pek fazla görememem ya da gözümün tatlış Michael Caine’i aramasındandı. Andy Serkis’i de oyuncu olarak çok yetenekli bulduğumu belirtmeliyim sorun oyuncudan kaynaklı değil 😊 Kendisini biliyorsunuz LOTR serisinden Gollum, Maymunlar Cehennemi serisinin Cesar’ı olarak ve Marvel’ın Black Panter ve Yenilmez filmlerinden Ullyses Klaue olarak tanıyorsunuz zaten.



Film 2 saat 55 dakikaydı. Ama inanın hiç sıkılmadan izliyorsunuz. Genel olarak izlerken dizi olaymış da olurmuş diye düşündüm. Çünkü bir yerde aslında Dedektif Batman izliyoruz. Riddler (Bilmececi) lakaplı bir seri katilin Batman’e bıraktığı bilmecelerle geçen, Gotham’ın karanlık yüzünü hatta tüm karanlık benliğini keşfettiğimiz, Penguen(Oz) gibi karakterleri keyifle izlediğimiz mükemmel bir film olmuş. İnsanların kötülüklerini, en karanlık taraflarını, adaletin asla olmadığını, şehrin mafya liderlerinin insafına kalmış olduğunu ve aslında intikam için bu yola çıkan Bruce’un KİM için bunu yaptığını sorguladığını görüyoruz.

Şimdi izninizle biraz spoilerlı konuşacağım. Filmi hemen gidin izleyin lütfen seveceğinize eminim.

 


Bruce’un ailesinin başına gelen olayı çözmeye çalıştığında büründüğü hal o kadar naif o kadar yalnız küçük bir çocuk gibiydi ki… Babasının yaptığı şeyi çok çabuk geçiştirdiklerini ve bunun üzerine öylesine bir hikaye yazdıklarını düşündüm açıkçası. Olan olmuş gibi geçiştirildi Bruce’un o anları bence. Çizgi roman okuyanlar belki biliyordur bu hikayeyi ancak Martha’nın (uğruna ismiyle koskoca Henry ve Ben’in savaşını durduran o kadının) bu şekilde bir geçmişi olduğunu bilmiyordum. Ayrıca Alfred ne derse desin bence Thomas Wayne başkanlık seçimini etkileyeceği için Falcone’dan yardım istedi.




Falcone’a gelecek olursak kendisinin Selina’nın babası olduğunu duyuyoruz ama adamın bunu bildiğini düşünmüştüm ben. Selina son sahnelerinde baba deyince adam niye bir şaşırdı anlayamadım. Zoe’ye bayıldım. Robert ile çok yakıştıklarını düşünüyorum. Filme gitmeden önce bu çifte ısınacağımı pek sanmıyordum ama beni şaşırttılar. Aralarında bir kimya vardı. Ancak son sahnede veda etmemeleri beni bir tık üzdü.



Cast listesine bakarken gördüğüm beni şok eden bir detayda filmde Colin Farell’in de olmasıydı. Kim olarak peki? PENGUEN!!! Nasıl yani arkadaşlar?! Penguen’i aşırı aşırı sevdim demek ki sebebi canlandıranın Colin olmasındanmış. Filmde çok fazla aksiyon görmüyoruz maalesef. Olaylar biraz daha yalın anlatılıyor gibi. Araba kaçış sahnesi çok keyifliydi. Özellikle Penguen’in aracı ters dönmüşken Batman’in oraya doğru yürümesi <3

Marvel filmlerine düşkün olduğum çok açık bir gerçektir. Marvel sinematik evreninde gördüğümüz eğlenceli, neşeli, komik süper kahramanlara o kadar alışmışım ki The Batman’i izlerken en az 4-5 yerde tam Marvellık şakalar geldi aklıma. Hadi bir tepki versin!! gibi oldum. Ama The Batman gerçekten karanlık bir film. Aslında Bruce Wayne karanlık ve neşesiz birisi. Tepkisiz, düz, sabit. Filmin en sonunda yaralılara yardım ederken helikoptere gitmesi için yardım ettiği kadının elini tutması bence büyük bir olaydı. Beni üzen bir olay ise Batman’i Bruce olarak çok çok çok az görmemizdi. Robert’i daha çok maskesiz görmeyi isterdim.

Filmin müzikleri EFSANEYDİ arkadaşlar. Hele ki hepimizin bildiği ve fragmanlarda da duyduğumuz Nirvana-Someting in the way şarkısı… Ancak bu kadar Batman şarkısı olabilirdi.

 


Ek olarak Riddler denen psikopatın hedeflerinden biri olan savcının boynunda bir patlayıcı varken ve hala kaçması için min 5-10 saniyesi olan Batman’in orada öyle dikilmesini saçma buldum. Ayrıca arkadaşlar Gotham o kadar rezil bir haldeki gerçekten bu şehir nasıl düzelecek? İzlerken derdim buydu resmen Bu şehri nasıl adaletli bir yer haline getirecekler böyle bir şey mümkün mü?

Gordon ve Batman’in Riddler’ın ipucusu için gittikleri bir evde damla bağımlılarını görmeleri bana Arcane’deki “ışıltı” bağımlılarını hatırlattı. Peki Penguen’i penguen gibi yürütmeleri detayı çok tatlı ve komik değil miydi?

 

DC’nin artık bahtının açılmasını istiyorum gerçekten. Bizlere kaliteli filmler versinler. Joker ve The Batman bunu güzel başlattı. Umalım ki devamı da aynı derecede dramatik, karanlık, kararlı ve başarılı olsun.


 

Bu güzel şarkıyı buraya da bırakıyorum :) Keyifli dinlemeler :) 



1 Aralık 2021 Çarşamba

ARCANE | League of Legends - Dizi İncelemesi - Aynen Böyle Devam!

 



Bayıldım. Tek kelimeyle müthişti. Keşke 10 sezon olsa dediğim bir iş. Ağzınızda öyle güzel bir tat bırakıyor ki iki gündür sürekli aklımda bu dizi var.

Öncelikle selamlarrrr herkese. League of Legends oyununun evrenini konu alan müthiş bir animasyon diziyle karşınızdayızzzz. Hayatımda hiç LoL oynamadım. Oyun dünyasıyla alakam hiç yok. O yüzden bu diziyi izlemek için öyle bir gerekliliğiniz olmadığını baştan belirtmek isterim. 

Diziyle alakalı minik bir konu özeti yapmak isterim sonrasında detaylı incelemeye geçebiliriz. Oyun evrenini hiiiç bilmediğim için ben diziden edindiğim bilgilerle anlatmaya başlıyorum. Alt ve Üst dünya ayrımı çok keskin olan klasik bir fantastik-distopya evreni düşünebilirsiniz. 



Alt dünyanın bir başkaldırısı sonucu olan savaşta Vi ve Powder anne babasını kaybedince Vander isimli bir babayiğit onlara sahip çıkıp bakıyor. Vi dik başlı, inatçı, güçlü bir karakter. Powder ise biraz daha hayalperest birisi. Gel zaman git zaman bir şekilde bu kardeşler ayrı düşüyorlar. Powder'ın yaptığı çok ciddi bir hata sonucu sevdikleri insanları kaybediyorlar ve HALİYYYYLE Vi çok sinirleniyor. İkili bir şekilde ayrı düşüyor ve ikisi de birbirinin hasretiyle seneleri geçiriyorlar :) 

Tabi bu sırada bilim ve büyüyü birleştirmeye çalışan bilim insanlarının olduğunu ve üst dünyayı daha da geliştirdiklerini görüyoruz. Çok karakterli bu animasyonu çok seveceğinize o kadar eminim ki. Sevmeme ihtimali olan birisi yok o kadar net söylüyorum. Lütfen hemen izleyinnnn.Ve izlemiş bulunan sevgili sizleri spoilerlı bölüm için aşağıya alalım. 



Arkadaşlar Powder'ı yani Jinx'i seven var mı? Seven neden sevdiğini söyleyebilir mi lütfen? Çünkü ben gerçekten sevilecek bir tarafını göremiyorum. Baba dediğin kardeş dediğin kişiler senin salaklığın yüzünden ölsün sonra gel ağla ve ablana kız??? Küçükken bir nebze daha tatlıydı ama Jinx hali çok rahatsız ediciydi :( Silco'nun elinde o hale gelmesine şaşırmamak da lazım tamam. İzlerken Silco'nun kızı gibi değil de başka türlü mü yapacaklar diye bir düşünüp korktum neyse ki öyle olmadı ooohhh. 

Kafasının sürekli gidip gelme olayını sevdim. Tam eskisi gibi olacak derken olamadı bir türlü. Ve belli ki Powder artık öldü. Sadece Jinx izleyeceğiz. Hayallerinde ve evinde neden sürekli Mylo'yu görüyordu? Sürekli ona kendisini yetersiz hissettiren o olduğu için mi? Bilen beni aydınlatsın please. 



    Silco'yu sevenler görüyorum. Arkadaşlar neden? Sevilecek nasıl iyi bir yanı var? Ayrıca Jinx'i gerçekten satmayacağına inandınız mı? Ben inanmadım pek. Ölmeden önce çok ciddi gibiydi gerçi :( Uyuşturucu ticareti yapan kendi çöplüğünde öten bir horoz diyebiliriz. Sevilecek yanı sıfır. Üzgünüm Silco severler :) Ayrıca Jayce ile yapılan anlaşmanın kabul edilmesi de gerçek dünyanın bir illüzyonu gibiydi diyebiliriz. 




Aksiyon sahneleri o kadar güzeldi kiii. Gerçekten herkesi tek tek tebrik etmek istiyorum. Benim bir işi bu kadar çok sevdiğim çok nadirdir The Queen's Gambit gibi :) 



Vi'nin kardeşine olan inancı çok tatlı ve gerçekçiydi. Kendisini açıklama fırsatı bulmasını sevdim. Ekko'nun dönüştüğü kişiyi ve Heimerdinger ile olan buluşmasını da çok sevdim. Kedi çok tatlıydı. Her ne kadar geri kafalı gibi dursa da bir yerde tecrübe konuşuyordu. İnsanlığa hazır olmadıkları bir gelişimin sunulması kitleleri kaosa sürükleyebilir.




Bahsetmeye değer son şey ise bu kadının sesiydi. Sonuna kadar görmek istediğim bir karakterdi Grayson. Bu nasıl bir sestir gerçekten??? Hayran bırakan tanıdık bir ses. Seslendiren kişiyse Shohreh Aghdashloo. 






Dizinin en güzel ayrıntısı introsudur arkadaşlar. Çok net. Imagines Dragons farkıyla :) 





10 Ekim 2021 Pazar

AŞK 101 - 2. SEZON İNCELEME - GERÇEKTEN GEREK VAR MIYDI?

 


İlk sezonu çok sevdik çok eğlendik. Pandeminin tam patladığı sırada bize çok iyi geldi. 2. Sezonu hevesle beklediğimizi kimsede inkar etmesin. Ama gerçekten gerek var mıydı? Güzel bir hikayeyle aklımızda kalsaydı da böyle saçma bir şey izlemeseydik diye düşünen birçok kişi olduğuna eminim. 

Aklıma ilk gelen detay; Osman'ın gay olduğunu inkar etmek için diziye sokulan Elif karakteriydi. Zaten Yargı'yı izlerken İnci'ye sinir olduk derken pat Elif diye karşımıza çıktı kız. 

Genel olarak bu sezonu bir özet geçelim önce. İlk sezon sonunda bizim yuvarlak masa şövalyeleri müdüre resti(!) çektikten sonra okuldan atılıyorlar (Bal böceği Işık hariç). Necdet' de kuduruk bir müdür olduğu için bunları okula davet edip "Okula geleceksiniz kedi gibi ne istersem yapacaksınız yoksa Işık'ı kovarım" diyor. Işık'ı çok seven muhteşem dörtlü bunu kabul edip Necdet'e köle oluyorlar. Her gün sabah kahvesi, ayakkabıların boyanması, odasının tozunun alınması derken mis gibi sömürülüyorlar. Burcu Hoca da durumu öğrenince Işık'a haber veriyor. Işık' da b*k Necdet'e sinirinden bir kova kırmızı boyayı Milli Eğitim Bakanı'nın önünde Necdet'in kafadan aşağıya döküyor. Hop Işık tekmeyi yiyor diğer dörtlü okulda devam. 

Bunlar da toplaşıp plan yapıyorlar Işık'ı okula nasıl geri aldırırız? Necdet müdürlükten düşsün falan filan. Konu o kadar sarmadı ki gerçekten. Çok zorlama olmuş bi kere. Veeee ilk sezon sevdiğim Işık karakterini hem çok az gördük hem de itici buldum. Karakter bazlı incelemeye geçelim o zaman konu açılmışken :) 


Işık çok antipatikti ya. Aşırı gıcık sevimsiz birisine evrilmişti. Okuldan atılınca otomatik yükleniyordur bünyeye belki bilemiyorum. Sinan'la ilişkilerinin yüzeyselliği de çok fazla geldi bana. Belki lise öğrencisi ne olabilir başka denilebilir ama yine de Sinan senin için arkadaştan fazlası ise evsiz kaldığını falan bi şekilde anla yaniii. 

Sinan... Ah Sinan üzümlü kekim... Bu sezon hiçbir karakterin değişimini sevmedim galiba ya. Sinan'a dair tek sevdiğim şey sonunda Uraz'ı görmekti. Bu kadar intihara meyilli bir insanı neden kimse fark etmiyor mesela? Hayatı sevmeyen (hayatta sevdiği tek şey Işık mesela o bile fark etmiyor), depresif bu insanın başına geleni bir tek Kemal Hoca fark ediyor. O napıyor peki? HİÇBİR ŞEY!

Konu apayrı olsa da izlerken aklıma 13 Reasons Why geldi. Hani orada Hannah rehberlik hocasıyla gidip konuşuyordu ama yardım istemediği için adam yardım etmemişti. Sonrasında Hannah intihar etmişti... Yardım etmek için yardım çığlığı duymanıza gerek yok. Yardım çığlığını görebilirsiniz de! Beni çok rahatsız etti bu detay! Orada mahvolmuş bir LİSE ÖĞRENCİSİ görüyorsun. İdareye haber vermek, ailesiyle konuşmaya gitmek, gerçekleri öğrenmek gibi bir durum yok. Cool cool bekleyen bir hoca var. Bu değil gerçekten ya bu değil yani. 

Konusu geçmişken Kemal'e gelelim. Bu kadar toksik bir insan olabilir mi ya. Tam konuşma özürlüsü bir herif. Asla konuşmayan, sakince duran, soru sorduğunda sana aynı soruyu tekrar edip tekrar soran, "Sen öyle diyorsan"dan fazlasını söyleyemeyen toksik bir insan. İki kelam et, bir yorum yap değil mi? 

Burcu'nun da Kemal'den bir farkı var mı? Hayır Burcu daha da toksik. Konuşması, anlaşması bu kadar zor bir insan olamaz. Yok ya Burcu hakkında konuşmak istemiyorum. 

Kerem... Kerem'in karakter değişimini çok sevdim. Çok tatlı minnoş bir insana evrilmiş. Düşünceli halleri Eda'ya verdiği kıymet çok tatlıydı. Eda'nın toksik ( bu kelimeyi yeni mi öğrendin be kızım Gökçe) halleri olmasaydı birbirlerini başarıya taşıyamazlardı belki... Hayat beeee dedirtiyor işte bu anlar izleyiciye ya. Üzücü ama bir o kadar gerçek. Ay ama hepsinin üniversiteyi kazanabilmesi biraz şov değil miydi? Neyse akıllı çocuklarmış işte. 

Osman'ın aşık olmaya başladığı anlar müthiş tatlıydı ya. Hele şu sahnee müthişti :) 




Toparlayalım; 

Dizide iki sezondur sürekli vandalizm işleniyor. Işık-Sinan aşkı bu sezon bana geçmedi. Tuba Ünsal için yine diyorum yok olmamış. Mert Fırat diye diye adamı 2. sezona getirmişler :) Uraz'ın Sinan olmasını sevdim. Osman'ın fındıktan vazgeçmesi çok tatlıydı. Elif ve Osman'ı bu şekilde bitirmek neden peki? Özgür Foster ne alaka? 




5 Mayıs 2021 Çarşamba

Ruhun ilacı nerede saklı?

Sağlıklı olmak ne demektir? Sadece bedenen hissettiğimiz güç müdür? Bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak kendimizi iyi hissettiğimizde bunun genel adına sağlık diyebiliriz. Çünkü bildiğiniz gibi hastalık sadece bedende gözüken şekilde olmuyor. Zihnimiz ve ruhumuz sağlıklı hissetmemiz hatta ve hatta sağlıklı olabilmemiz konusunda çok ciddi öneme sahip.

Zihnimiz iyi hissederse ruhumuz iyi hisseder. Eğer ikisi de iyi hissediyorsa bedenimiz de iyi hisseder. Bir bakıma olumlu bir domino dizilişi diyebiliriz. Aynı şekilde yıkıcı olduğunu da söylememe gerek yok sanırım.



Ruhunuzu besleyen birkaç aktivite düşünün. Benim direkt aklıma gelenler müzik dinlemek veya sahilde yürüyüş yapmak. Denizin kıyısında oturduğunuzu ve denizin çarşaf gibi önünüzde süzüldüğünü hayal edin. Gökyüzü turuncuya boyanmış ve güneş batmak üzere. Kuşlar havada süzülüyor. Bu kısa hayali yazarken bile içime huzur doldu. Bu anı gerçekte gördüğünüzde içinizde oluşan o güzel his var ya işte o ruhsal sağlığınızın sesi. Ruhunuz içerden çığlık atıyor ve o güzel anı kucaklıyor.

Ya da sevdiğiniz bir hayvanı düşünün. İnsanı ne kadar da rahatlatan bir his öyle değil mi? Zihninizi boşaltıyor anda kalmanızı sağlıyor. Başka hiçbir şey düşünmüyorsunuz bir kedinin bir köpeğin başını okşarken. İşte bu da ruhsal sağlıktır.

Peki ruhsal sağlığımızı nasıl koruyacağız veya nasıl iyi hissetmeye başlayacağız? Kaygılar, üzüntüler, hayatımızda olan kötü veya belirsiz olaylar halen var. Ben iyi şeyler düşününce onlar yok mu olacaklar? Peki ben bu durumdan nasıl bir kaçış sağlayacağım veya gerçeklikten mi kaçacağım? Hayal alemine mi gireceğim nasıl olacak da ben şu an bu yaşımda iyi olmayan ruh sağlığımı düzelteceğim?

Öncelikle genel bir düşünce ortaya koyalım ne dersiniz? Hayatında kötü giden bir olay var. Bu senin tüm gününü hatta günlerini etkiliyor. Yataktan çıkmak istemiyorsun, yemek yemiyorsun. Hayat enerjini kaybetmişsin diyelim. Önce şuna bakmalıyız. “Benim bu olayda veya bu olayın bu sürecinde değiştirebileceğim bir şey var mı? Ben ne yapabilirim? Benim şu an kendimi kötü hissetmemin bu duruma katkısı ne?” Cevabın “Yapabileceğim hiçbir şey yok.” şeklindeyse o zaman ortada tek bir seçenek kalıyor.

Kendini toparlamak.

Ruhunu dinlendirip zihnini boşaltıp kendini iyi hissetmeye çalışmalısın. Belki zor belki çok çok zor. Ama inan bana senin hayatını, senin zihnini senden başka kimse tam anlamıyla tatmin edemez. Yapacağın her şey şu anına şu gününe katkı sağlayacak.



Fakat bazen kaçırdığımız ince bir çizgi olduğunu düşünüyorum. En azından kendimde ve çevremde gördüğüm durum bu şekilde. Son yıllarda elimizden de gözümüzden de düşmeyen/düşemeyen bir şey var. Telefonlarımız. O kadar yapışık yaşıyoruz ki... Gözlerimiz=Telefonlarımız olmuş durumda ve bu o kadar acı ki. Bir de işin içine sosyal medya girince ipler tamamen kopuyor. Şimdi size bir örnek vereceğim ve bakalım kendinizi bu örnekte görebiliyor musunuz?

Instagram’da bir sürü influencer, ünlü, oyuncu sayfalarını takip ediyoruz. Ve yaşantılarını o kadar benimsiyoruz ki, gerçek hayata dönüp baktığımızda belki çok azına belki fazlasına sahibiz ancak girdiğimiz o psikolojik savaş bence bizi yıpratıyor. Sadece takip ettiğimiz tanımadığımız insanları bir kenara bırakalım. Tanıdığımız kişilere veya arkadaşlarımıza baktığımızda da herkes bir yarışa girmiş vaziyette. En mutlu, en eğlenen, en iyi yemeği en iyi yerde yiyen, en çok spor yapan, en çok film izleyen, en çok eğitime katılan, en çok ders çalışan… Gerçek hayata döndüğümüzde yaşadığımız o hissi hatırlıyor musun? Elinden telefonu bıraktığında içini kaplayan o simsiyah karanlık hissi. YETERSİZLİK.



Peki sence bu yetersizlik bizi nasıl etkiliyor? Girdiğimiz bu savaş bizi hasta ediyor belki bedenen değil ama ruhsal olarak yıpratıyor. Yarışa sokuyor. Ruhsal ve zihinsel olarak bitiriyor. Birden fazla iş için koşturmaya başlıyoruz ve hiçbirine yetişemiyoruz.

Peki bu yetersizlik neye sebep olacak? Sağlığımızı etkileyecek çünkü stresin bozduğu şeyler aslında en başta saydığım 3 şey: beden, zihin ve ruh.

Belki de sen bunları tamamen aşmış birisindir. Ve bu olaylar seni hiç mi hiç etkilemiyordur. Ama etkilediğini bildiğim bir sürü insan var.

Olay aslında yine aynı yere çıkıyor. Ruhunu besle ki zihnin doysun. Zihnini besle ki ruhun doysun. Her ikisini de besle ki bedenin doysun.

Her anlamda sağlıkla kalman dileğiyle…

 


28 Nisan 2021 Çarşamba

Fatma | Netflix Dizi İncelemesi




Tam da taze taze diziyi bitirmişken hemen yorumlamak istedim. FATMA. Temposuyla asla sıkmayan bir yapımdı. Ben izlerken kafamda Bir Başkadır’la kıyasladım. Ve o diziyi hiç sevmemiştim. Fragmanını ilk izlediğimde Fatma için de aynısını düşünmüştüm fakat beni şaşırttı. Hikayesini çok sevdim. Karakter gelişimini yerinde buldum. Oyunculuklara diyecek lafım yok. Burcu Biricik döktürmüş. Birbirinden değerli oyuncular görüyoruz dizinin her bir farklı bölümünde.

Fatma küçükken cinsel istismara uğramış ve bunun üzerinde bıraktığı etkiyi tahmin edersiniz ki atamamış. Köyden birisiyle evlenmiş ve bir çocuğu olmuş. Çocuğu Oğuz otizimli bir çocuk ve buna bir şifa bulmak istediği için ısrarı üzerine İstanbul’a taşınıyorlar. Oradaki İsmail’i ilk başta Zafer’in abisi sandım. Adamdan iğrenme geliyor adını anınca bile. İstanbul’da İsmail ve karısı Kadriye’nin evinin bahçesine ev yapıyorlar. Derme çatma kömürlük gibi bir ev. Zafer de pis işlere bulaşıyor ve patronu Bayram’ın isteği üzerine bir başkasının yerine hapse giriyor. Bir başına kalan Fatma canı ciğeri oğluyla beraber gündeliğe gidiyor.



Ha bu arada Fatma’nın bir kız kardeşi var ismi Emine. Yeni adıyla Mine. Emine ve Fatma yıllardır ne görüşüyor ne konuşuyor. Anladığım kadarıyla Fatma küçükken ahırda tecavüze uğradığı sırada kardeşi bu olanları görmüş. Daha sonra hiç konuşmamışlar. Fatma pazarda Zafer’e görüp de konuşmayanda suç’ derken Emine’yi kastetti diye anladım.

Bir gün Fatma kardeşinden oğlu Oğuz’a bakmasını istiyor fakat Emine kabul etmiyor. O gün sokakta yürürken Oğuz karşı kaldırıma geçmek istiyor ve olan oluyor. Araba çarpıyor. Ki aslında son bölümde gördüğümüze göreyse Fatma telefonla konuşurken fark etmeden oğlunu itiyor. Oğluna çarpan kişinin tabii ki zengin bir ailesi ve onların da holdingi var. Bir şekilde paçayı sıyırıp dosyayı kapatıyorlar. Zafer gereksizine de kan parası teklif ediyorlar. E adam da kabul ediyor. Zaten hiç oğlunu sevmemiş bir biyolojik babaymış.



Biz Fatma’nın Zafer’i aramasını izliyoruz aslında. Zafer hapisteyken oğlunun öldüğünü öğrenemez onu buna söylemeliyim diye oradan oraya koşturan bir Fatma var. Adam çoktan hapisten çıkmış, kayıplara karışmış, parayı alıp yemiş.  Fatma’da kocasını ararken onun patronu Bayram’dan gidip iş istiyor ve çeşitli işlerde part-time olarak çalışmaya başlıyor. Bir gün Bayram’ın açık duran kasasından onun silahını alıyor ve işler buradan sonra kopuyor. İzlerken benim aklıma alakasız gelen şey neydi biliyor musunuz? Hani Game of Thrones’da sürekli ana karakterler her bölüm ölüyordu ya. Bu da mı öldü? Yine mi biri ölüyor falan diyorduk. İşte tam olarak o tadı aldım ben bu diziden. Fatma deneyimsiz, saf bir insanken bir anda seri bir katile dönüşüyor.

Aslında bir yandan da birisine zarar vermenin ne kadar kolay olduğunu ve tamamen normal gözüken bir insanın nasıl polisleri dört döndürdüğünü görüyoruz. Ay ama polisler de kör gibiydi gerçekten. Benzinlik sahnesinde karısına şiddet uygulayan bir adam var gözüküyor yanında ve polis ikisinin de kimliğine bakmadan yolcu ediyor. Saçma. Eve cenaze için geldiğinde polise kollarını uzatıyor, polis geçip gidiyor. Bilmiyorum pek sağlam değildi polislerin alt hikayesi bence. Ayrıca yıl olmuş kaç her yerde kameralar var yine de kadını kimse fark etmiyor. (Küçücük bir çocuğun aksine.) 



En son sahnede Fatma’nın çocuğunu ittiğini fark etmesiyle sarsıldığını gördük ve intihar etmeye kalktı. İntiharında başarılı oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Batman vs Superman’in sonunda hani Superman ölüyordu ve en son tabutundaki toprak titriyordu ya ona benzettim. Fatma’nın 2. Sezonu olacak mı göreceğiz. Olursa kesin izlerim ama bence tek sezon da yeterli olur.

Polis memurunun Fatma’ya sorduğu bir soru vardı. “Ne işin var senin bu adamla?” diye “Temizlik” cevabı veriyor ya hani çok hoşuma gitti ve güldürdü beni. Bu arada önermeden geçersem hatrım kalır. Paul Cleave’in Temizlikçi adında bir romanı var. Bu kitapta bir polis merkezinde temizlikçi olarak çalışan bir adamın hikayesini okuyoruz. Kesinlikle bakmanızı tavsiye ederim.


NOT: Bu bir Netflix dizisi ve tüm bölümler aynı anda yayınlandı. Buna rağmen her bölümün başında kısa bir özet olması çok manasız ve saçmaydı. 

NOT 2: Dizide eleştirecek pek bir şey olmadığı için biraz özet biraz spoiler ortaya karışık oldu. :)

11 Mart 2021 Perşembe

Demir Altın - Pierce Brown | Kitap Yorumu

 


1,5 senedir kitaplığımda okunmayı bekleyen okumaya kıyamadığım caaaanım kitabım Demir Altın’ın yorumuyla karşınızdayım. Bitmesin diye yavaş yavaş okuduğum bu harika romanı biraz inceleyelim.



Spoilersız bi giriş yapmak isterim öncelikle. Bu kitap yorumuna tıkladıysanız eğer yazarın diğer 3 romanını da okuduğunuzu varsayıyorum. Hadi diyelim ki hiç haberiniz yok o zaman kısa bir bilgilendirme yapalım.



Pierce Brown’ın 2015 yılında bizlere kavuşturduğu Kızıl Yükseliş kitabını distopik bilim kurgu romanı olarak tanımlayabiliriz. İnsanlığın artık kendini aştığı uzaya yerleştiği ve kendini renk sınıfına böldüğü bir kast sisteminde işlerin ne derece yolunda veya ne derece karışık olduğunu görüyoruz. Kızıllardan Altınlara 14 farklı renk sistemine bölünen bu insanlık hem teknolojinin tüm fırsatlarını kullanmış hem de dibine kadar cumhuriyet sisteminden uzaklaşmışlar.


İsyan temalı, başkaldırma konularını işleyen sizi şok etkisine uğratacak kadar şaşırtan kitapları seviyorsanız KESİNLİKLE bu seriye başlamalısınız. Hep söylerim bir kere de size söyleyeyim: Bu seriyi keşke ben yazmış olsaydım. İşte bu öyle bir kitap serisi. Kitaplara ve yazara olan aşkım oldukça büyük o yüzden bu konuyu şu anlık es geçip asıl konumuza yoğunlaşmak istiyorum çünkü konuşacak çok şeyimiz var.

 

LYRIA-LYSANDER-EPRAIM-DARROW

Serinin 4. Kitabı diye tanıttığım bu kitap aslında yeni bir üçlemenin ilk kitabı. En son Sabah Yıldızı’nda Darrow’un Hükümdar’ı yenilgiye uğrattığını ve Cumhuriyeti kurduğunu okumuştuk. Demir Altın tam da bu olayın üstünden 10 yıl geçmesiyle başlıyor. Elimizde büyüyen karakterlerin hepsi birden 30 yaşında oluyor. Garipti. Her ne kadar cumhuriyeti kurmuş olsalar ve tüm renkler eşit artık renk farkı yok, armalar yok, tek devlet, tek millet, tek galaksi olayına girseler de 10 senede pek bi ilerleme kaydedememişler. Kısrak yeni Hükümdar olmuş tüm yetkilerini kısıtlandırmış ve bir meclis kurmuştu. Darrow ise demir yağmurlardan demir yağmurlara koşuyor evinde çoluğuyla çocuğuyla vakit geçirmek yerine halaaa savaş peşinde. Neyseee…

Özet geçmemeye karar verdim. Dan dan yazıcam arkadaşlar. Spoiler yemek istemeyenlerle kitabı okuduktan sonra burada tekrar buluşabiliriz.

Öncelikle bu kitap diğer kitaplardan farklı olarak çoklu anlatıcı üslubuyla yazılmış. Bunu hem sevdim hem sevmedim. Sevdim çünkü diğer karakterlerin iç dünyasını görmüş olduk. Epraim, Lysander, Lagolos’lu Lyria ve tabii ki Lykos’lu Darrow/Azrail ağzından okuyoruz bu kitabı.

DARROW

Sevmeme sebebim ise çok açık ve net. Darrow’u özledim. Darrow’un aklının derinliklerinde kaybolmak, yaptığı akıl oyunlarını görmek veya bulmaya çalışmak diğer 3 kitapta beni en çok heyecanlandıran şeylerden birisiydi. Ama bu kitapta normale oranla o kadar az Darrow okuduk ki bu beni bi miktar üzdü.

Ayrıca bu kitabın başka bir yöne doğru kaydığının farkındayım. Yazar bizi bir şeylere hazırlıyor ve bence Dark Age kitabında daha çok şaşırmamızı sağlayacak. Fakat ben Demir Altın’da diğer kitaplara nazaran daha az şaşırdım ya da şöyle söyleyeyim daha az ters köşe vardı. Beklemediğim 2 ölüm gerçekleşti. Hala spoiler yoktur diye okumaya devam ediyorsan bomba bir spoiler geliyor hazır ol sevgili okuyucu. Cassius Au Bellona ölüyor. Ve öyle bir ölüyor ki şaka sanıyorsunuz. Neden neden öldürdün onu diye duvarları yumrukluyorsunuz. Çünkü bence çok boş ve anlamsız bir şekilde duygu yoğunluğunun çok az olduğu bir anda öldü. Biz 4 kitaptır bu adamı okuyoruz. Hem sevdik hem nefret ettik sonra yine sevdik. Böyle bi ölümü veya vedayı hak etmediğini düşünüyorum. Hadi bu kitapta Cassius ölsün bari demiş gibisin Pierce!

DARROW

Bu şekilde düşünmemin sebebi salak Lysander’ın bu olaya verdiği donuk tepki de olabilir. Tam “Cassius bir kahraman, kurtulacak bu olaydan” diyordum ki adam öldü.

DARROW

Lysander’ı okumayı sevdim. Onun akıllı oluşu ve tam ataları gibi saf bir altın oluşu hikayeye tatlı bir acılık katmıştı. Darrow’a olan düşmanlığı ise beni sinirlendirdi. Amaa yani burada hata kimde sizce? Çocuk Hükümdar’ın tek varisi Hükümdar’ı öldürüp torununu serbest bırakırken  yıllar sonra intikam için geleceğini düşünmediniz mi gerçekten ya???ALOO! Yani ilk kitapta zaten intikam için bunları yaşadık ve okuduk biz. Kötü insan değiliz bla bla… 5. Kitapta görücem ben kim kötü insan kim iyi insan. Kendi başınıza çok güzel çorap ördünüz gerçekten.

LYRIA

Kitapta Ragnar’ın adının her geçtiği yerde duygulanmam normal mi? Ve Sefi’nin bu kitapta bu kadar az rolde olmasını sevmedim. Etkisiz eleman olmasını hiç sevmedim. Dark Age’de bol bol okuyacağımıza eminim.

Epraim’i okumaya başlamadan önce benim Trigg’i kız sanmam ve erkek çıkması… Epraim ve çocuklar (Pax ve Electra) arasında geçen diyaloglar beni sesli bir şekilde güldürdü. Keyifle okuduğum güzel atışmalardı.

 

Aaaa az daha unutuyordum. Wulfgar’ın ölümü. Gerçekten tırnaklarımla yastıkları parçalamak istedim. Darrow’un böyle bir şey yapması ona olan saygımı 0.1 kadar azalttı. Hikaye gelişiminde buna gerek var mıydı diye düşünüp durdum. Pierce yaptıysa vardır bi bildiği değil mi?

Sabah Yıldızı’nı okurken aklımda hep Darrow’un ne kadar güçlü olduğu ve ne kadar doğru kararlar verdiğiydi. Ama bu hamleyle Pierce belki de Darrow’un %100 kahraman olmadığını ve onun da çok yanlış kararlar verebildiğini bizlere gösterdi. 

En sonda artık özlediğimiz Azrail’in gün yüzüne çıktığını gördük ve kitap bu şekilde bitti.

Pierce Brown ne yazarsa yazsın sevmemem mümkün değil gibi gözüküyor. Bu kitabı ilk kitap olarak düşünüp onu kafamda şekillendiriyorum ve 10/10 puanı veriyorum. O kadar derin ve büyük bir dünya ki burası okuması o kadar keyifli ki bir de üstüne izlemeye kalksak kalp krizinden giderim gibi geliyor. Film olacak haberleri çıktı ardından dizi olacak haberleri çıktı. Tek isteğim hayal kırıklığına uğramamak ve bu muhteşem eserlerin düşük bütçeli işlerin malzemesi olmaması.

 

PIERCE BROWN

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Dark Age’i büyük bir beklentiyle bekliyorum. Ve sevgili Pegasus Yayınları HURRY UP! 

Serinin masa oyunu çıktı arkadaşlar. Merak edenler için link bırakıyorum.

https://stonemaiergames.com/games/red-rising/