8 Nisan 2020 Çarşamba

LA CASA DE PAPEL 4. SEZON İNCELEME





Evet işte o çok sevdiğimiz o dizinin son sezonunu yorumlamaya geldim. Çok detaylı bir inceleme olmayacağını baştan belirteyim. E tabii bir de dolu dolu spoiler olduğunu. Hazırsanız başlayalım.

Dizinin son bölümünü an itibariyle bitirmiş bulunmaktayım ve duygu ve düşüncelerimi hemen size aktarmak istedim. Bildiğiniz üzere dizinin 4. Sezonunu geride bıraktık ve kesinlikle çok gergin, çok güzel ve çok heyecanlı bir sezondu. Diziyi izlerken gerginlikten kasıla kasıla bir yerlerim ağrıdı hep. Bölüm bölüm incelemek yerine sevdiğim ve sevmediğim yerlerden bahsederek gideceğim.

O zaman sevdiğim yerlerden başlayalım. Lizbon’un kaçırılışı harikaydı. Yani adam gitmiş askeri helikopter bulmuş inanılır gibi değil. Bu arada dizideki şu zaman akışı olayına bayılıyorum bizi şaşırtması ters köşe yapması hoşuma gidiyor. Tahmin etmesi çok zor bir dizi değil ancak şaşırdığım noktalarda olmuyor değil.

Nairobi… Çok sevdiğim bir karakterdi. Ölmesi hele ki o şekilde ölmesi çok yaralayıcıydı. Ama sanırım ben de yazarların yerinde olsaydım Nairobi orada ölürdü. Çünkü inanılmaz akılda kalıcı inanılmaz vurucu bir andı. Her anlamda(!)

Rio, Denver ve Stockholm üçlüsü hoşuma gitmedi. Yani ne yaşıyorsunuz siz? Kaç senedir Denver ile berabersin sen adamın soygun sırasında yapmadığı kalmamış ki burada soygun yapan adamdan bahsediyoruz adam iki birini dövdü hemen yok ben yapamam yok olmaz falan. Saçma sapan bir karakter gelişimi izledik orada. Denver’i bizim kadar o da tanıyor ama lafa gelince ‘sen kimsin?’ diyor adama. Stockholm benim sinirimi bozdu. 

Rio’nun bi anlığına da olsa her şeyi uydurduğunu siz de düşündünüz mü? Hücresini falan. Stockholm ondan hesap sorarken bi an kendi kendime ‘Oha öyle bir şey olabilir mi gerçekten? Hepsi yalan mıydı?’ diye bi sorguladım. Neyse ki ufak bir satışta bulunmuş sadece ama onu da hepimiz anlayabiliriz sanırım. O kadar işkenceye ben kesin dayanırdım diyeniniz çıkmaz diye tahmin ediyorum.

Tokyo hakkında ne söyleyebilirim bilmiyorum. İzlerken hem sevdim hem sövdüm. Bu sezon çok etkin kullanıldığını düşünmüyorum kendisinin. Ve Maserati olayı hoşuma gitmedi. 

Ölmüş Berlin’i 3 sezondur oynatmalarını sevdim mi sevmedim mi bilmiyorum. Kabak tadı veriyor ama hoşuma da gitmedi değil.Bazı sahneleri çok gereksizdi. Bknz: düğün sahnesi ve şişko beyle olan sahne.

Onun dışında Arturo’nun vurulmasıyla bi rahatlama geldi. Şerefsiz adam sinirlerimi bozup duruyordu. Onun kadar gereksiz sonradan ekleme gibi duran bir karakter yok. Adamın dizideki rolünü anlayamıyorum fasulyeden oyuncu gibi. Onu vuran kadın Marilla… Geçen sezondan beri bu kadını neden yakın çekimde gösterip duruyorlar diye düşünüp duruyordum. Sonunda anladım. Kadın meğersem Denver’in çocukluk arkadaşıymış. Ama belli ki Denver’e aşık. O olayların kızışmasını da 5. Sezonda göreceğiz. 


Az daha nefret ettiğimiz karakterden bahsetmeyi unutuyordum Sierra. Kadın koca göbeğiyle inanılmazdı gerçekten. Göz korkutucu birisiydi ve hiçbir sempatimi kazanmadı. Dizinin sonunda kötü bir şeyler olacağı çok belliydi. Arkada yanıp sönen kırmızı alarmı boşuna mı oraya koydun ey profesör? Neyse sonunda ben kesin vurulur diyordum ama 5. Sezona sakladılar sanırım onu. Her sezon biri ölmeli çünkü öyle değil mi?

Anlamsız bulduğum bir diğer noktada şu ki Palermo'nun Gandia'ya akıl vermesi. Adam kaç sene askerlik yapmış yok hükümet için katillik yapmış ama kelepçeden nasıl kurtulacağını bilmiyor ve nasıl kurtulacağını da Palermo söylüyor: baş parmaklarını kır diye. Pardon ama bu bilgiyi ben bile biliyorum. Bunun dışında asansör sahnesinde 5 kişi bir adamı yere düşüremedi aynı şekilde Nairobi'nin öldüğü sahnenin hemen sonrasında adam önlerindeyken denk getiremediler. Biraz ucuz aksiyondu. 

Biz diziye İstanbul adında karakter beklerken Osman adında biri çıktı. Hem de işkenceci olarak. Söyleyebilecek bir şeyim yok bu konuda sinirliyim. 

Tüm olumsuzluklarına rağmen genel olarak benim çok beğendiğim bir sezon oldu. Beni inanılmaz gerdi. Yeri geldi inanılmaz şaşırttı. Nairobi’nin öldüğü sahnede 2-3 dk ağzım açık kaldı. 5. Sezon onayını aldığına dair daha haber çıkmadı ama eminim ki yakında çıkar. Bu kadar sevilen diziyi yarım bırakacaklarını hiç düşünmüyorum. Benim söyleyeceklerim bu kadar atladığım ve yanlış söylediğim bir yer olursa lütfen düzeltin. Gelecek sezonda görüşmek üzere…


2 Nisan 2020 Perşembe

NELER OLUYOR? Karantina Günlükleri 1




Neler oluyor? Kendime sürekli bu soruyu sorduğum günlerdeyiz. Nasıl hissediyorum? Hiçbirinizden daha iyi değilim. Bu düştüğüm/düştüğümüz umutsuzluk hali bizi yiyip bitiriyor. ‘Hep böyle mi devam edecek?’ diye kendime sorup duruyorum. Öyle soyut ama aynı zamanda da öyle somut bir olayın içindeyiz ki herkes afallamış durumda. Bu durumun bitip gideceğine bütün kalbimle inanmak istesem de mantığım buna engel olmak istiyor. Amacım sizi umutsuzluğa düşürmek değil. Sadece bu durumda kendime iyi gelen bir şey yapmak (yazı yazmak) daha iyi hissetmeme sebep olabilir gibi geldi. Belki de hiç paylaşmam bu yazımı taslaklarda öylece kalır.
Neden bu kadar korkuyoruz sizce? Ölmekten mi, sevdiklerimizi kaybetmekten mi, acı çekmekten mi yoksa hasta olma düşüncesi mi ağır geliyor? Buna cevabınız hepsi olabilir. Belki de benim gibi dünya için ülkemiz için insanlık için korkuyorsunuzdur. Bu durumun sonucunda neler olacağını düşünmek karnımı ağrıtıyor. Kaç bin insan ölecek, bu durum geçecek mi yoksa kıyamete kadar böyle felaketleri bizzat yaşayacak mıyız? Ama bana umut veren bir tarafımda şunu söylüyor ki; böyle felaketler hep oldu ve olmaya da devam edecek. Depremler, yangınlar, seller türlü türlü doğal afetler hep olacak. Ama işte virüs doğal afet mi yoksa biyolojik bir saldırı mı orada işler karışıyor. Umutsuzluğa tekrar düşmeden asıl konumuza geri döneyim. Böyle felaketler hep olacak dedim çünkü geçmişte de türlü türlü felaketler yaşandı. En büyüklerinden birisi olan vebayla başlayalım. Hatta insanlık tarihinin gördüğü en büyük salgın olan Veba yani Kara Ölüm. Salgın 14. Yüzyılda yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüne yol açmış. Yaşanan vahşeti düşünsene Avrupa’da 5 yıl dünya üzerinde yaklaşık 10 yıl süren bu salgının yarattığı korkuyu, tükenmişliği, çaresizliği düşün. O zamanki insanlar da eminim ki Dünya’nın sonunun geldiğini bundan büyük başka bir felaket olmadığını bu yolun bir çıkışı olmadığını düşünmüşlerdir. Ama halimize bak o yolun bir çıkışı oldu. Aşı bulundu ve dünya yüzyıllardır yaşamaya devam ediyor.

Bunu düşündüğümde bu yolun da bir çıkışı olabileceğini düşünüyorum. 2020 çok kötü başladı ama bu düzelebilir. Umut edecek bir şey yokken en güçlü silah umudu kaybetmemektir belki de…



12 Mart 2020 Perşembe

Sabah Yıldızı - Pierce Brown | Kitap Yorumu







Kitap Adı: Sabah Yıldızı

Orijinal Adı: Morning Star (Red Rising #3)
Yazar: Pierce Brown
Sayfa Sayısı: 552
Goodreads Puanı: 4.5/5
Arka Sayfa;
Darrow huzur içinde yaşayabilecekken düşmanları ona savaş getirmiştir. Altın yöneticiler karısını asmış, halkını köleleştirmiştir. Darrow ise karşı koymaya kararlıdır ve Altınların arasına sızmak için her şeyini riske atmıştır. Toplum’un en güçlü savaşçılarını yenip rütbesini yükseltmiştir. Ancak hiyerarşiyi içeriden çökertecek devrime adım adım yaklaşırken aniden sırtından vurulmuştur.

Tüm hayatının birikmiş öfkesine ihanetin acısı eklenmişken karanlığa kapılmamaya çalışan, bu süreçte Altın dostlarına sadakati ve özgürlük arzusu arasında hırpalanan Darrow, Güneş Sistemi’nin kaderi omuzlarındayken her zamankinden daha savunmasızdır. Onun gerçek kimliğini bilen eski müttefikleri, sadakatlerini koruyacak mıdır? Altınlara karşı ayaklanması başarıya ulaşabilecek midir? Darrow başlattığı iç savaşı mutlak zafere taşımaya çabalarken Altın tiranlara karşı direnen milyonlarca insanın hayatını değiştirecek seçimler yapacaktır. 








Bitti. Bu kitabı bitirdiğim için çok üzgünüm ama aynı zamanda da çok mutluyum. İlk kitaptan beri daha iyisi yazılana kadar en iyi kitap serisi olduğunu düşünüyordum ve böyle düşünmekte son derece haklıymışım. Karakterleri bu derece iyisiyle kötüsüyle sevdiren, onları anlamamızı sağlayan empati dolu bir kitaptı. Kalbimde yeri çok güçlü bu serinin hatta aramızda kalsın ben onları ‘ejderhalarım’ diye seviyorum.
Seri inanılmaz bir kurguyla ilerliyor. ‘Keşke bu kitabı ben yazsaydım.’ dedirtecek türden. Heyecan, ihanet, intikam, dostluk bunların hepsini doruk noktada yaşatıyor. Seriyle bütünleştikçe karakterler o kadar çevrenizdenmiş gibi geliyor ki, Sevro’nun etrafımdan bir arkadaşım olduğuna yemin edebilirim. Seriyi 2. kez bitiriyorum ve buna rağmen sanki ilk kez okuyormuş gibi hissettim. Tekrar şaşırdım, tekrar ağladım, tekrar güldüm. Her seferimde kalbimde ve aklımda güzel izler bıraktı.
Kitap asla sıkıcı değildi. Aksiyon, ağzı açık bırakan olaylar hiç bitmiyor. Detaylı anlatıma geçmeden önce size tek tavsiyem bu heyecan dolu fırtınanın içine atlamanız. İnanın hiç pişman olmayacaksınız.





Spoiler içerebilir.


Kitabın ilk başları konuya yakışacak şekilde kasvetliydi. Darrow’un o çukurda o kadar uzun süre kalması, benliğini kaybedip altın vücudunun giderek erimesi… Çakal’ın ona yaptığı onca işkence insanın gözlerini doldurmaya yetiyordu. 2. Kitabın sonunda yaşadığımız şok dalgasını hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Roque’nin ihaneti hepimizi derinden sarstı ama tabii ki en çokta Darrow sarsıldı.
Fitcher’ın ölümü sonrası Ares’in oğulllarını Sevro devralıyor. Bu konuda başarılı da sayılır. Darrow’un hapsedilişinin 1. Senesinin sonunda onu buluyor ve en yakın dostunu yüksek aksiyon dolu sayfalar arasında bilinmezlikten çekip çıkarıyor. Darrow’un ailesine geri kavuşması, eski halinden eser kalmaması ve Mickey’in yardımlarıyla eski haline geri dönmesini görüyoruz. Ama şu an lider Sevro olduğu için en yakın arkadaşların anlaşmazlık yaşadığı noktalar oluyor. Azrail, Sevro’nun liderlik etmesine izin veriyor ancak bir yere kadar… Azrail geri dönüyor ipleri eline alıyor ve planlar başlıyor. Darrow artık isyanın hem yüzü hem sesi ve Marslı Azrail artık oyunu başlatıyor.

Ragnar…Benim güzel devim. Ölümü o kadar üzdü ki. Aja’nın kurbanı oldu. Ragnar’ın yurdunda gerçekleşeceklerin böyle olacağını eminim hiçbirimiz tahmin etmezdik Ragnar’a veda edeceğimizi. Ama büyük dostumuz erken ayrıldı aramızdan ve bir okuyucu olarak ben, en sevdiğim karakterlerden biri ölünce artık her birinin ipin ucunda olduğunu acı bir şekilde fark ettim. Casssius’u öldürmemek tabii ki Darrow’un fikriydi. Hala eski en yakın dostunu özlüyor.

Beni en çok şaşırtan noktaları size söylemek istiyorum. İlk olarak Sessiz Sefi’nin annesini öldürmesini beklemiyordum. Kadını pat diye öldürdü. Sefi’yi çok sevmiştim ta ki isyanın başına geçene kadar. Narol Amca’nın ölmesi adirenkler arasında isyana yol açtı ve başlarında da Sefi vardı. İsyanı durdurmak için yapılanlara ne demeli. Barca tam bir manyak. Ama akıllı bir manyak. İlk kitapta Darrow’un bir haneyi köleleştirdikten sonra Tactus’a verdiği cezanın aynısını kendine vermesi gibi. Şok edici ama tatlı bir geri dönüş olduğunu düşünüyorum.

Ve tabii ki de sonda yaptıkları o twist. İ na nıl maz dı. Daha iyisi gelene kadar en iyi twist kesinlikle bu. Cassius’un ihaneti, Sevro’nun yalandan ölümü, Azrail’in elinin kesilmesi, bir kutuda hükümdara gitmeleri. Okuması o kadar keyifliydi ki zevk cümbüşü diyebilirim. Hükümdar’ın inine girdikten sonra verdikleri yanlış bilgilerle odadaki kişi sayısını azaltmaları, canlı yayında hükümdarı öldürmeleri, Barca’nın uyanışı ve Cassius’un desteği. Aja’yı bu kadar zorlu öldürmeleri çok tatlı olmuştu bence. Galaksinin en iyi jilet ustasının yetiştirdiği en iyi öğrenci. Onunla boy ölçüşmek hiç de kolay değildir özellikle de sağ eliniz yoksa.
Çakal’ın dilinin koparılmasını okurken kanım dondu gerçekten. Çakal’ın idam edilmesi gerekli bir maddeydi ve Kısrak’ın ikizinin ayaklarını çekmesi çok üzücü ve duygusaldı.
 Ve en büyük bomba tabii ki PAX. Oğullarının olması inanılmaz şok edici ve mutluluk vericiydi.
Sevro’yu,Ragnar’ı, Victra’yı, Kısrak’ı, Dansçı’yı,Lorn’u, Cassius’u, Pax’i, Fitcher’ı, Kavax’ı çok sevdim hepsine teşekkür ederim ama en çokta Darrow'a teşekkür ederim.  (Roque burada yok çünkü o hain olarak öldü. Ölürken bile burnu havadaydı. Darrow’un aksine hak ettiğini bulduğunu düşünüyorum.)


Toparlayacak olursam; bu kitap serisinin sevdiğim noktalarından birisi de kahramanlığın, fedakarlığın bu derece güzel anlatılması. Kazanılan zor zaferlerin bir anda olup bitmemesi. Arkasında çok uzun uğraşlar çok ciddi taktikler ve çok ciddi zeka oyunların olması. Başlatılan isyan ile hedeflenen renksiz, armasız eşit bir gelecek;ancak bu geleceğin tamamen eşit olmayacağının da farkında herkes. Bir yöneten olmak zorunda. Bu isyanla beraber daha iyi bir gelecek için feda edilen onca insan. Onlar düzenin değiştiğini göremeyecek ama çocukları veya torunları görecek. Bunları bilerek başlayan bu isyanın ağırlığı çok ciddi karar verme zorluklarına yol açabilir. Ancak karakterin işleyişi o kadar doğru ki, karakter gelişimi o kadar doğru ki Darrow'un hep en doğru kararı verdiğini biliyordum okurken. Ve verdiği her büyük kararın arkasından kendime şunu sordum. Ben Darrow olsaydım bu cesur kararları verebilir miydim? Bu kadar güçlü olduğu için çok seviyorum onu. Düştüğü halde bu kadar güçlü kalktığı için. Omuzlarında bulunan milyonlarca insanın yükünü bu kadar zaman bu kadar güçlü taşıdığı için. Teşekkür ederim Darrow, teşekkür ederim Marslı Azrail, teşekkür ederim Pierce Brown. Sen gelmiş geçmiş en harika yazarlardan birisisin.



Seri bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Darrow gümbür gümbür geliyor. Demir Altın yorumu çok yakında…


16 Ocak 2020 Perşembe

NETFLIX ORİJİNAL DİZİSİ SPINNING OUT YORUMU








2020'de listelerimize eklenen bu güzel diziyi yorumlamak istedim çünkü kendisi öyle hızlı bitti ki keşke bitmeseydi dedirtti. İlk sezonu 10 bölüm olan dizinin konusu ise şöyle:

 Skins dizisi ile tanınan Kaya Scodelario, Kat Baker isimli artistik buz patencisini canlandırıyor. Kat yarışmada geçirdiği bir kaza sonucunda olimpiyat hayallerini rafa kaldırıp antrenör olmak için çalışıyor. Ancak karşısına çıkan fırsatlar onun önüne sürekli olimpiyatları getiriyor. Kate korkularının üstüne gidip olimpiyatlar için cesaret gösterecek mi? Ne gibi zorluklarla karşılaşacak? Ailesi, arkadaşları, hastalığı ve antrenörleriyle ne gibi zorluklar yaşayacak bunları izliyoruz.


Ama güvenin bana asla sıkıcı değil. Diziyi izlerken kendimi o kasaba sakinlerinden birisi gibi hissettim. Dizide bolca entrika, aşk üçgeni, sinir katsayınızı arttıracak karakter de mevcut. Karakterlerin hepsi ruh hastası. Karakterlerin iyi-kötü gibi ayrıştırılmaması çok hoşuma gitti. Herkes yeterince(gerektiğinde) iyi ve kötü davranıyor. Karakterlerin hepsini gri yapmışlar. İlk bölümlerde nefret ettiğiniz karakterleri 2 bölüm sonra çok sevebiliyorsunuz. Veya dizinin 10. Dakikasında eşek sudan gelene kadar dövebileceğiniz karakteri 22. Dakikada bağrınıza basabiliyorsunuz. Ya da tam tersi sevdiğiniz bir karakterden tiksinebiliyorsunuz. Bence bu dizide izleyiciyi tamamen içine çeken karakterin bu denli gerçek hayattan oluşu. Dizi günümüz dünyasında hala ırkçılığın bu denli devam etmesine de atıfta bulunmuş.


Diziyle ilgili eleştirebileceğim nokta ise sezon finalindeki CGI görüntüleriydi. Yani inanın dikkatli bir izleyiciyimdir ama 9 bölüm boyunca buz pateni yapanların gerçekten oyuncular olduğuna o kadar ikna olmuştum ki ancak sezon finalinde görüntülerden kusmak istedim. Patende kayarken oyuncuların yüzleri gözleri eğiliyor bükülüyor. O kadar çiğ, profesyonellikten uzak bir montajdı ki. Bakın  şimdi madem 9 bölüm boyunca sen cgı kullandın ve benim gözüme batmayacak kalitede yaptın sezon finalindeki bu acele neden peki arkadaşım? Atlı mı kovalıyordu diye sorarlar adama. İlk 9 bölümde eğer böyle hatalar varsa asla fark etmedim o yüzden eğer siz fark ettiyseniz ve Gökçe yanılıyorsun montajları çok kötüydü diye yazın bana ben de “Hee demek ki ben ilk 9 bölümü gönül gözümle izlemişim” diyeyim.






Diziye benim puanım 7/10. Sizi bulunduğunuz andan koparan, stresinizi atmanızı sağlayacak tatlı bir dizi arayışındaysanız tam size göre bir dizi. Ve baştan söyleyeyim Justin’e tabii ki aşık olacaksınız.

16 Ocak 2019 Çarşamba

KAFAYA TAKMAMA SANATI GERÇEKTEN İŞE YARIYOR MU?

Size o meşhur kitabı anlatmayacağım. İlla okuyun diyemem çünkü ben de daha okumadım. Okuduğum anda yorumum burada olacak zaten merak etmeyin.
Neyi kafamıza takarız?

Başarısızlıklarımızı,

Gerçekleşmeyen hayallerimizi,

Sevdiklerimizle yaptığımız tartışmaları,

Hoşlandığımız çocuğun bizi instagramdan silmesini,

Yeni kıyafet almak için paramızın olmamasını,

gibi gibi yüzlerce sorun sayabiliriz. Peki gerçekten bunların ne kadarı ÖNEMLİ? Bir şeye moralimi bozduğumda ardından kendime hemen şu soruyu sorarım: GERÇEKTEN BUNUN İÇİN TÜM GÜNÜNÜ ÜZÜLEREK GEÇİRECEK MİSİN? Bu o kadar mükemmel bir soru ki; bunu kendime söylediğim anda cevap hep aynı oluyor. Hayır. Çünkü düşünsene günün gayet güzel geçiyor. Okuldan çıktın arkadaşlarınla buluşacaksın ve otobüste bir kavgaya dahil oluyorsun. Senin haklı olduğun bir konu fakat karşındaki sana hakaret ediyor ve sinirlerini bozuyor. Olay bir şekilde kapanıyor ama bir kere sinirlerin alt üst olmuş. Oturup bir köşede ağlamak istiyorsun. Arkadaşlarınla görüşeceğin aklına geliyor ama hiç hevesin de kalmamış. Şimdi ne yapacaksın?

1-Bu durumu kafana takıp vah vah edip "Keşke böyle deseydim, neden bunu söylemeyi akıl edemedim." diye düşünüp kendini yıpratmak ve arkadaşlarının yanına negatif bir enerjiyle gidip onlarında enerjisini düşürmek.

2-Bu olay oldu bitti. Gerçekten tüm gün bu olayı mı düşünmek istiyorum? diye kendine sormak
 Dünyada böyle insanlar var. Karşımıza çıkacak ve sinir bozacaklar onlara istediklerini mi vereceğiz? diye düşünmek. Ve yaşadığın olumsuzluğu orada bırakıp unutmak.
Tercih senin. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çok istediğin bir kıyafeti kuzeninden ödünç istedin ve vermek istemediğine dair imada bulundu. Bu durum seni çok kırdı ve daha önce aranızda geçen benzer olayları düşünüp ona kinlendin. Ne kadar doğru olur bu yaptığın? Olayı kendi içinde büyütüp kendi içini nefret veya üzüntüyle doldurmak sana bugün ne katar? Ben söyleyeyim. Negatiflik, huzursuzluk, mutsuzluk, üzüntü. Hayatımız gereksiz şeyleri kafamıza takmayacak kadar kısa ve değerli. Kısaca demek istediğim şu;

Karşına seni üzecek bir şey çıktığında kendine sor "Gerçekten günümü mahvetmeme değer mi?" Umarım içindeki senden hep hayır cevabını alırsın.

21 Aralık 2018 Cuma

KISA VE ÖZ MOTTOLAR HAYATIMIZA GERÇEKTEN YÖN VERİR Mİ?

Bunun yaşayan bir kanıtı olarak size EVET cevabını verebilirim. Şimdi nedir bu kısa ve öz mottolar? Sosyal medyada veya dergilerde hep karşımıza çıkan şeyler aslında. Örneklendirirsek eğer şöyle ki ;
I-              MUTLU OL!
II-            ŞÜKRET!
III-          KENDİNE GÜVEN VE İNAN!
IV-          SEN ÇOK DEĞERLİSİN!
V-            HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK SADECE İNAN!
VI-          BAŞARACAKSIN!
Gibi gibi…
Bu yukarıda yazdıklarımı okuyunca kendinizi iyi hissediyor musunuz? Belki evet belki hayır. Belki zor bir dönemden geçiyorsun ve “Bu mu beni kendime iyi getirecek?” diyorsun. Veya hayata dört elle sarılmışsın ve bunları okuyunca gerçekten gaza geliyorsun. Ya da bunların hiçbiri sana hiçbir anlam ifade etmiyor.
Öncelikle sevgili okuyucum, yaşadığın tüm zorluklar geçip gidecek. Hepsini olmasa da çoğunu unutacaksın. Hayatında her şey güllük gülistanlıksa eğer hep öyle olmayacak (Sabancı ya da Koç değilsen tabii)  kendini umutsuzluğa düşmüş hissedeceğin zamanlar gelecek. Peki asıl sorum öyle zamanlarda kendine bir kurtarıcı melek mi bekleyeceksin? Hep birisinin gelip seni kurtarmasını bekleyeceksen benden sana garanti bir tavsiye: BEKLEME.  Kendini düştüğün yerden kaldıracak olan sensin. Belki uzun sürecek belki de tahmin ettiğinden daha kısa sürecek.
    İşte şimdi olay senin “Ne alaka?” dediğin mottolarımıza geldi. Eskiler ne der bilirsin. “Bir şeyi kırk kere söylersen olur.” İşte kapımız buraya çıkıyor. Her gün görebileceğin bir yere “HER ŞEY GÜZEL OLACAK.” “BEN HARİKA BİRİSİYİM.” “HAYATIMDA HER ŞEY YOLUNDA.” Gibi cümleler yapıştırırsan beynin kısa bir zaman sonra buna inanmaya başlayacak. Sen kendine iyi olduğunu söyledikçe daha iyi hissetmeye başlayacaksın. Beynin bu duruma inanacak ve etrafa iyi olduğuna dair frekanslar yayacak. Böylece sen hep kendini iyi hissettirecek olaylarla karşılayacaksın.
     
         Hayatında önceliğin kendin olmalısın. Bunun bencillik olduğunu düşünme. Fazlası bencillik. Ancak kendini önce iyi hissettirecek şeyler yapmalısın ki etrafına pozitiflik yaymayı başarabilesin. Önceliğin kendi kendini sevmek, ileriye götürmek olsun. Kendin için bir şeyler yap mesela. Alışverişe çık. Kendine hediye al. Bunu gerçekten yap. Ya da öylesine dışarıda olduğun ve kendine kıyafet, kitap vs. aldığın bir gün aldığın şeyleri hediye paketi yaptır. Bu o kadar güzel bir terapi ki. O an kendini daha iyi hissetmeye başlıyorsun. Sonuçta kasiyer onu kendine aldığını nereden bilecek değil mi? Yalnızlık hayat biçimin olmasın, onu demiyorum. Ama kendinle yalnız kalmayı sev. Çoğu insan bunu sevmez. Yalnız bir yerlere gitmeyi, alışveriş yapmayı, sinemaya gitmeyi, yürüyüş yapmayı veya bir kafede oturup kahve içmeyi. Ama düşünsene sen kendinle yalnız kalmayı istemiyorsan başka insanlar neden bunu istesin?

         Kendine vakit ayırmayı alışkanlık haline getir. Örneğin evdesin ve canın çok sıkılıyor yapacak hiçbir şey bulamıyorsun. Canın ne Netflix de dizi izlemek istiyor ne de yeni çıkan filmleri izlemeyi. Ne kitap okumak geliyor içinden ne de dışarı çıkıp arkadaşlarınla görüşmek. Eğer böyle hissettiğin zamanlar oluyorsa benden sana gelsin öneriler… Kendi hayal panonu yap. Panon yoksa sevdiğin bir deftere yaz. İleride sahip olmak istediğin neler var. Gidip dergi al ve içinden hoşuna giden her şeyi kes (önce dergiyi oku tabii) ve hayal defterine yapıştır. İnan bana geleceği düşünüp hayal etmek seni şuan ki ruh halinden daha mutlu edecektir. Hayatında nelere sahip olmak istiyorsun? Detaylı anlatımlarla yaz. Kaç odalı, kaç banyolu bir evin olsun? Dünya turunda gitmek istediğin ülkeler nereler? Kendi aileni kurduğunda çocuklarına karşı nasıl bir anne/baba olacaksın? Yeteri kadar paran olduğunda hangi derneklere, yardım kuruluşlarına destek olacaksın? Hayalin ne? Sokak hayvanlarına, evsiz çocuklara yardım için kendi yardım kuruluşunu mu kuracaksın? Hayallerinde kendine sınır koyma. Düşünmek bedava. Emin ol hayal kurmak parayla alınabilecek bir şey olsaydı hepimiz “Keşke çok zengin olsaydım ne güzel hayal kurabilirdim.” Derdik. Şuan en büyük zenginliğimiz olan hayal kurma eylemini ise kullanmıyoruz. Bu çok acı.

        Son olarak toparlarsak eğer; çalışma masana, odanın duvarlarına , dış kapına gerçekten seni iyi hissettirecek şeyler yaz ve onları yapıştır. Belki hemen değil ama onları sürekli okudukça ve hissettikçe hayatında her şey daha da güzelleşmeye başlayacak. Ve tabii ki lütfen hayal et. Hayal kurmaktan korkma. Çünkü en çok hayallerimizde özgürüz.








GÖKÇE NUR ÖRS.

9 Aralık 2018 Pazar

İZLEMENİZ GEREKEN 5 YENİ NETFLIX DİZİSİ PART1

Dizi izlemeyi hangimiz sevmiyoruz ki hele de kış gelmişken hafta sonları oturup sezonlarca dizi izlemek harika olur. Ee benim de size bir kaç tavsiyem olacak. Sizi tatmin edecek dizileri özenle seçtim.

1. GOOD GIRLS

3 yakın arkadaş düşünün. 30'lu yaşlarının ortalarında çocuklarıyla, eşleriyle, eski eşleriyle dertleri olan kadınlar. Paraya ihtiyaçları var. Akıllarına gelen harika(!) plan ise içlerinden birisinin çalıştığı süpermarketi soymak. Tüm parayı değil sadece 5 bin dolar alsalar da paçayı kurtarırlar. Hem kim 5 bin doların peşine düşer ki. Ama tabii ki evdeki hesap çarşıya uyar mı? Asla. Bu 3 kafadar soygunu yapıyorlar ama 5 yerine 50 bin dolar çalıyorlar. Tabii polis peşlerine düşecek diye korkudan kafayı yerlerken bir de ne olsun? Süpermarketin zaten bir tefecisi varmış. Adamların parasını çalıp bir de üstüne harcıyorlar. Adamlar çok net. Parayı gerin ya da ölün. İşte bu macerayı izliyoruz. Güzel, komik ve biz burada yapsak nasıl olur acaba diye düşünmelik bir dizi. 2. sezonu yolda.

2.GOOD PLACE

Bu dizi harika. Çok komik.

Şimdi ölümden sonra İYİ YER ve KÖTÜ YER olduğunu düşünün. Bizim esas kızımız da gerçekten kötü bir karakter. Bir terslik oluyor isimler karıştırılıyor ve kendini İyi Yer' de buluyor. Ee bu durumu çaktırmaması da lazım. Zorla iyi birisi gibi davranmaya çalışsa da doğasına ters. İşte bu komiklikler zincirini izliyoruz. 3. sezonu çok yakın hemen izleyin.

3.LOST IN SPACE


Dünya'nın yok olacağı anlaşılınca insanlardan öncü olanlar yeni bir gezegen arayışı için uzaya çıkıyorlar. Robinson ailesi gidecekleri gezegene az bir mesafe kalan birden başka bir gezegene buzulun içine çakılıyorlar. Oradan kurtulmaya uğraşırlarken ailenin en ufak üyesi Will bir yangının içinde kalıyor ve ne olduğunu tam anlayamadığı bir robota yardım ediyor. İyilik yap iyilik  bul dünyası tabii. Canımız robotumuz da hemen Will ve ailesine yardım ediyor ve ailenin robotu BABÜR oluyor. Bundan sonrası dizi içinde ki aksiyon, çatışma, keşif ve gerilim. Çok severek izleyeceğinize eminim. 2. sezon onayını da kaptı kerata...

4. ANNE WITH AN E



Çok yeni olmadığı aşikar olan bu diziyi muhtelemen siz de izlemediniz. O yüzden buraya koymak güzel olur diye düşündüm. Tam bir dram dizisi. Her gün olsa sıkılmadan izlenecek nadir dizilerden. Sizi asla baymıyor bir kere.

Anne baş karakterimiz tahmin edersiniz ki. Kendisi bir yetim. Bir gün uzak diyarlardan haber geliyor. Abi-kardeş olan Cuthbertler bir kız çocuğu evlat edinmek istediklerini söylüyorlar. Anne tabii havalara uçuyor daha önce hep yardımcı olarak işe alınmışken şimdi gerçek bir çocuk olabilecektir. Ancak Cuthbertler tamamen yanlış anlaşılıyorlar istedikleri bir kız çocuğu değil tarlada onlara yardım edecek bir oğlan çocuğudur. Anlayacağınız Anne'i geldiği gibi geri gönderiyorlar. Ama Abi Cuthbert kızımızı çok seviyor ve oğlan bir çalışan işe alabileceklerini buna nazaran Anne'in onlarla kalmasını istiyor. Bundan sonrası dizinin harikalığına kalıyor işte.

Anne ise öyle bir kız ki; çok hayalperest, çok kitap okuyan, şiir gibi güzel cümleler kuran ve çok çok çok fazla konuşan bir kız. Gittiği kasabada ilk evlatlık çocuk olduğu için kasabalı bunu güzel karşılamıyor ve bu durumlar karşısında Anne ve Cuthbertlerin nasıl güçlü durduğunu, sonrasında Anne'i ne kadar sevdiklerini izliyoruz. Dizi aynı zamanda günümüzün hala devam eden ırkçılık ve homofobiklik sorunlarını da bünyesinde barındırıyor.

5. INSATIABLE


Klasik gençlik dizisidir diye açtığım dizi bambaşka bir şey çıktı. Başrolde Disney'den tanıdığımız Debby Ryan var. Kendisi lisede ki şişko kız. Kendisini ezik gibi gören, çevresinin de ona öyle davranmasına izin veren bir kız. Bir gün evsiz bir adamla girdiği ufak bir tartışma sonucu adamın yumruğu sebebiyle çenesi kırılıyor ve 3 ay boyunca sıvı beslendiği için kendisi mükemmel bir fiziğe kavuşuyor. Bir de Bob var. Bob bir avukat. Evli ve 2 çocuğu var. En büyük tutkusu ise güzellik yarışmalarında koç olmak. Ve kendisi bu konuda oldukça iyiyken üstüne atılan bir iftira sonucunda kariyeri sarsıntıya uğruyor. Sonradan zayıflayan kızımız vardı ya işte onun evsiz adamla girdiği kavgada avukatı olur ve bakar ki kız taş gibi hemen onu çıkış bileti olarak görüp güzellik yarışmalarında ki koçu olmak ister. Olaylar böyle böyle gidiyor. Ama bildiğimiz tatlı Disney dizileri gibi değil. Soğuk, acımasız ve açgözlü bir dizi izlemek isterseniz bir bakın derim. 2. sezon onayını da aldı.