9 Ekim 2020 Cuma

EMILY IN PARIS - DİZİ YORUMU

 



Diziyi tam olarak 5 dakika önce bitirdim ve aklımdaki detaylar uçup gitmeden sizlere anlatmak istiyorum.

 


Lily Colins harikaydı. O kadar güzel ve tatlı ki diziyi onun için izlemeye başlamıştım. Diziyi sevdim. Devamının gelmesini de istiyorum. Ama gelelim önce özete ardından detaylara…

 


Emily Şikago’da iyi bir şirkette pazarlamacı olarak çalışıyor. Onun üst kademesinde olan arkadaşı şirketin satın almış olduğu Paris’teki şirketin pazarlama bölümüne hamile olduğu için gidemiyor. Böylece asla Fransızca bilmeyen Emily yollara düşüyor.



 Emily’nin Paris’te yaşadığı dil sıkıntısına çok güzel değinmişlerdi. Çevresindeki Fransızların onu yok sayması, onunla konuşmaması veya ona kötü davranması oldukça gerçekçiydi. Tam olarak acaba ben de gitsem bana da mı öyle davranırlar diye düşündürtüyor. En güzel örnek sırf İngilizce konuştuğu için çiçekçi kadının ona kötü gülleri vermesi gibi…

 


Her bölümde önce Emily’nin bir hata yaptığını ve bu hatalarını düzelttiğini izledik. Zaten bölümler o kadar kısa ki hemencecik bitiyor dizi. İşletme öğrencisi olarak ve pazarlama alanında çalışmayı hedefleyen ben için oldukça yararı oldu diyebilirim. (Sadece Emily’nin fikirlerinden bahsediyorum lütfeeeen.)

 


Dizinin gıcık ve kötü patronu Slyvie çok yerinde bir karakter olmuştu bence. Oldukça katı ve otoriter. Kendinden asla ödün vermeyen güçlü bir imaj çizdi. Dizinin ilk bölümünde aklınızdan şu geçiyor: “Bu ikisi çok yakın arkadaş olacak.” Ama olmadı yani son bölümde kadının bir iyi niyetini görür gibi olduk sezon bitti. Slyvie’dan bahsetmişken Fransızların bu denli geniş olmaları beni bir hayli şaşırttı. Adam evli ve metresi var. Karısı metresi olduğunu biliyor. Daha sonra karısının Emily’e dediği şu laf “Yok artık!” dedirtiyor. “Sen daha iyi bir partner olursun.” PARDONNN? Yüzyıllar aşıldıkça genişlik seviyesi de mi artıyor?Gerçi bu durumun Fransızlara has olduğundan da bahsediyor. O yüzden bilemedim. Geçelim bunu ve daha iyi bir konuya değinelim. 

 

   


Gelelim Emily’nin alt komşusu Gabriel’e. Hatta gelelim ve gitmeyelim. Ah canım Gabriel. O gözler ne, o gülüş ne, ne güzel Fransızsın sen. Sürekli ha kavuşacaklar ha kavuşacaklar derken bir de ne olsun Gabriel’in kız arkadaşı çıktı hem deee dünya tatlısı bir kız. Bundan sonra işler baya karışmaya başlıyor. Emily Gabriel’ i öpüyor. Ardından sevgilisi olduğunu öğreniyor. Sonra başka bir erkekle beraber oluyor. Aşırı itici bir tipti. Sonra yine Gabriel’i öpüyor. Sonra Gabriel’in sevgilisinin 17 yaşındaki kardeşiyle beraber oluyor. Sonra bla bla bla bla. Tekrar Gabriel’e dönüyor. İzlerken keyif verici ama rahatlık seviyesi beni bi miktar rahatsız etti. 




Nedeeeen mi? Çünkü Gabriel’le beraberken aynı zamanda sevgilisiyle de çok yakın arkadaş oldu. Emily Bihter, Camille Nihal oldu. Behlül kim tahmin ediyorsunuz. (Aşk-ı Memnu hiç sevmem.)


 


Emily’nin kıyafetlerine her bölümde bayıldım. İnanılmaz giydirmişler. Tam olarak ilham olacak bir stildi. Ve Emily in Paris adını çok sevdim. Direkt içimden yurtdışına çıkınca ben de adımı böyle değiştireyim diye geçti. Ve bunu kesin yaparım.

 


Sürekli yanak yanağa her buluşmalarda öpüşmeleri bizi hatırlattı. Ben diziyi sevdim çok güzel, kafa yormayan çerezlik bir diziydi. Bir günde bitti. Umarım keyif alarak izlemişsinizdir. Ah bir de Emily’nin telefon kabından nefret ettim. 3. Bölümde fotoğraf makinası olduğunu anca anladım. Bence her kombinine göre telefon kabını değiştirselerdi daha göze hitap edebilirdi. 



Gökçe in İstanbul. Au revoir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder